Merhaba kadınım bir tanem. Zifiri bir karanlıkta bir dağ başında aldım mektubunu dün akşam. Bilirmisin şimdi ne kadar mutlu ne kadar aşk sarhoşuyum. bu dağ başı dedigim artık bu cezalar, karanlık hücrelerim gibi bu akşam, ellerimde senin sıcaklıgın, ellerimde senin satırların varken (çaresiz) bak nasılda yıkılıyor. Sen olunca karanlıklar ay-aydın daglar bükmüş belini seni bekliyor. sende ya çıkagel şimdi bastıgın her yeri yeşerten ayacıklarınla yada söyle ne olur. artık bu dağ başı, bu karanlık kalmasın hadi azarlayıp tüm engelleri aydınlıga çıkar benim için, tut ellerinden oğlumun yumuk-yumuk, baban birgün gelecek de ÖMÜRCAN'ım ağlamasın. Yani kadınım kuşlar uçuyorsa, koşuyorsa atlar, sürünüyorsa bir yılan ve nefes alıyorsa insanlar yaşamak sana yakışmıyor ne yazık sen başka seyler yapmalısın...
Acılara göğüs germek, gece yarısı sokaklara düşmek, insana özgü yaşamak kavga etmek, cansız bir resimden olmadık şeyler beklemek benim işim. Benim işim olur olmadık hüzünlenmek, bir yanım çoktan ölmüşken diyer yanımla yaşamaya ayak diremek. Hayatın akışında kaybolmak, taş olmak toprak olmak benim işim. Sen filizlenmelisin, öyle ya sen oğlumun annesisin, sen el değmemiş bir deliliksin benim için. şimdi hiçbir şey ne seni anlata bilecek kadar güçlü nede seni unuttura bilecek kadar güzel. İşte bu yüzden kadınım (çaresiz) kelimeler seni anlatamıyor. Türkçemde sana yakıştıra bildigim tek cümle. Sen başka şeyler yapmalısın. yaşamak sana yakışmıyor...
Hayat seninle daha güzeldi sanki, bütün güzellikler sen oldugun için oradaydı ve sevinçlerim (sayende kadım) herkes gibi alelade bir pazardan satın alınmış mutluluklardan cok uzaktı. Büyük sevmiştim, kendimden çok daha büyük. Hayatın benim için anlamı seninle yaşadıgım heyecen kadar çok, senin yoklugun da geriye kalan hiç kadar azdı ve ben (belkide en kötüsü) birgün sana hiç ulaşamayacagımı bilsem bile yinede yaşamalıydım. belki bir dağ başına kapatıp kendimi ömrümün geri kalan yıllarına küçük bir pencereden bakıp bu dünyaya geliş sebebimmiş gibi yazılarımda, şiirlerimde hep seni anlatmalıydım. Ben seni anlattıkca sana yapacak şey kalmamalıydı dikilip karşıma (güzelliğinin tavrıyla) şiirlerin beni eksik anlatmış demeliydin, hakkındı bu senin bense çaresiz sana hergün yeniden aşık olmalıydım.
Şimdilerde hergün birazdaha yenileyip güçlendigim kendimi, her gece biraz daha sana teslim ediyorum. geriye bir ben kalmıyor yaşanılacak dedimya bazen yaşamayı bile sana yakıştıramıyorum. sen artık benligimdesin, güneşsiz günlerle baktıgım akşamlarımdan dinledigim bir şarkı gibisin. Bir siğara molasında gördügüm gökyüzü, seni düşünebilmek için kendime ayıra bilecegim beş dakikamın her saniyesindesin. Bu dört duvar bu parmaklıklar ne işe yararki artık, benim dışarda bir karım bir oglum var belki üç adım volta atılmaz içinde hüçrelerimin sen yinede arkana bakmadan koşmalısın kadınım, çünkü benim aşkım senin koştuğun yere kadar.
Her acı, her hüzün biraz daha yaklaştırıyor beni sana. Başka bir şehrin gecesine yatıp senin sabahında buluyorum kendimi. Şimdi ise bana ceza vermeye çalışıyorlar. Giydigim o siyahlar seni bana unuttura bilirmi. Ellerim iki yanda yapışık, gökyüzüne bakmak yasakmış artık, ellerimdeki palaska izi seni bana unutturabilir mi. Seni bana unuttura bilirmi işkence, bu kirli çarşaf, bu bayat ekmek, soframdaki üç adet zeytin seni bana unutturabilir mi. Dünyadan yaşamdan umudumu kesip kendi derdime düşermiyim sen dururken, şimdi söyle kadınım yüksek sesle senin yoklugun varken bana ceza verebilirlermi.
^^ Bana o altı gününü anlat demiştin, al işte anlatıyorum ve senin için hissettigim herşeyi bu mektupla sonkez yazıyorum. benim için üzülme çünkü yazarlar içindeki kahramanlarla yaşarlar. Ayrılıklar, bedenler beyhudedir ONLAR yaşamanın bir yolunu bulurlar. Sende şimdi gidiyorsun... yada gittigini zandediyorsun. Bedenler yürüyor, sense içinden bir adım ilerleyemiyosun... ^^