Karanlık gökyüzünden süzülen, kara bulutları zamansızca delip geçen ve sanki seher vaktiymiş gibi etrafı aydınlatan ışık, otobüsün camında Nedim'in kendi yorgun ve beklentilerden yoksun bir insanı yansıtan görüntüsünü görmesini sağladı.Tüm o kalabalığa ve sıkışıklığa aldırmadan görüntüsünün önünden ayrılmayı reddetti ve geriye doğru giden insanların arasından zorla sıyrılarak olduğu yerde çivilenmişçesine durdu.Ne görüyordu o camda, sadece kendi yansıması mı? Evet belki otobüste onun arkasında sıkışan, acelesi olan ve onun derdinin bir zerre bile farkında olmayan insanlar için öyleydi; ama o yansıma Nedim için tüm hayatını ifade ediyordu.Bu genç yaşına rağmen saçlarında seçilen tel tel beyazlar yaşadığı zor hayatın kendini belli eden, gümüş birer ok gibi, saplanınca öldüresiye acı veren kanıtlarıydı.Sarı, bakımsız ve yer yer kırık dişleri parasızlığın simgeleriydi.Oradan buradan toplanmış gibi görünen, üstünde sanki bir yabancınınmış gibi eğreti ve emanet duran hırpani kıyafetleri mücadele etmek zorunda bırakıldığı zor hayatın aynasıydı.
Iğdırlıydı Nedim.Babası yedi nüfuslu ailesini ırgatlıktan kazandığı ve yedi boğazı doyurmaya yetmeyen üç kuruşluk parayla geçindirmeye çalışan, hayli yaşlı görünen, sessiz bir adamdı.Annesi geleneklerine bağlı ve ona öğretilenlerden başka hiçbir şeyi kabul etmeyen, okuma yazma bilmeyen bir kadındı.Altı kardeşten en küçüğüydü Nedim.Belki de bu yüzden çocukluğu, çocuk doğurmaktan yorulmuş ve deyim yerindeyse çökmüş annesinin ilgisizliği ve her geçen gün daha fazla içine kapanıp sessizleşen, düşünceli babasının sevgisizliğiyle geçmişti. On üç yaşında, babası bir köy kavgasında vurulunca o da dağılan aileden ayrılıp,İstanbul'a kendi ekmeğini kazanmaya gelmişti. Genç yaşında, altında ezilmemek için çokça mücadele verdiği sorumluluğun üstesinden gelmiş, kazandığı parayı annesine yollayarak kendisine yakıştırılan görevi yerine getirmişti. Kendisine kalan parayla da gecekondu mahallesinde, ev denemeyecek kadar küçük ve yıkık bir barakaya, başını sokacak bir dam bulduğuna şükrederek yerleşmişti.
On yıldır İstanbul'daydı. Çalışmadığı iş kalmamış, her girdiği işten nedensizce atılmıştı.Yaşadığı hayat Iğdır'daki hayatını aratacak dereceye ulaşmış ve içsel olarak yıllarca yaşlandırmıştı.İstanbul'da tutunamayıp harcanan, yok olup giden yaşamlar gibi onun gençliğini de yutmuştu bu şehir...
İşte bu camdaki yansıma ona belki de harcanıp giden kendi hayatının bir suretini gösteriyordu.İşte bu yansımaydı ona her şeyi birden fark ettiren.Çaresizliğin denizinin açıklarında batan gemiden kurtulamadığını, göremediği yarınları için hiç umudunun kalmadığını anlatıyordu.Etrafına bakındı, yanındaki insanları inceledi, sanki ona yardım edecekleri umuduyla. Yine aynı umursamaz insanlar...
Büyük şehir diye düşündü,dert kendi derdin, hayat kendi hayatın. Kaybolursan bu çıkmaz labirentte, kimse seni kurtaramadan yitip gidersin sessiz sedasız...
Bulutların arasından sızan ışık zayıfladıkça zayıfladı ve sonunda kayboldu.Kısacık bir an kendine uğrayan ışıkla umutlana gökyüzü o umutsuzca beklediği ışığı yeniden yitirince bu sefer hiç kurtulamadığı umutsuz ve sonsuz karanlığa yeniden gömüldü...
Yansıma - 2
Gerçek bir yaşam öyküsü...