kadifeden bir yafta koydun surete silkeledi attı bende olanı silkeledikçe
baktım ne yana düştü ruhum göremedim nasıl kardın bu sen bu harcı
inceldikçe incelen asi ruhum dağıldıkça toparlandı döndükçe saplandı kaldı
bu engin deryada bunaldım da sayamadım kaç sefer saldırdı bu yakaza ordusu
hücüm ettikçe zamansız toz duman bürüdü ufkumu belki yıllar belki asır öncesinde gelen yalnız bir haberdi doğru
bir not düştü kenara sesi kısılmış harfler ne dediler duyamadım hakikat bahçesindeki bülbüller onlar konuştukça pusuydu bu bana kurulan bi’oyun düştü bir yana orda kenarda yaşadı lakin günüm
çatal çatal batsa her an çarpsa nefesini çekse alsa bu oyundu yalnızca oynanan senin çorak yurdunda varlık sahnesine aniden çıktı da düşürdü bakışlarını
ben çağırmadan geldi dehşetengiz bir elçiydi bazen söyledi bazen işaret etti bazen idamımdı gelen sadece bu iki hece bu kağnısı kırık dünyada idam da ne
her idam can verdi bana her nidam idam gibi asıldı boynuma gülleri solan o bahçede atılmış buldum bu canı tozlanmış harabe bir yerde yanılmış
meğer atılan bu can değil senin harcınmış yeniden karalım her canı canana atalım bu varlık ordusu koşan dört nala bu harcın atlılarıymış
izlersen başın döner can bi’ kere bulaştı toza dumana
hem kahinin kehaneti hem abesin iştigali buldu deli bir mazhariyet kendine her yerde eli ayağı kelepçeli gezen deli bu kahinin en sıcak yareni
harca toprak gerek durma aslımdan al çamur olmadıysa daha ruhum sen kardıkça tüllendi her yakazada yeşillendi o kadife suret her ışıkta şekil almada
gece gündüz döndükçe sormada bu suretin aslı ne zaman dönüşecek kendi yokluğundan ne zaman sıyrılacak görünmez oldum gayri
süzülmez oldum baldan şekerden geçemez oldum ince delikten gene başladı küsmeler elsiz ayaksız gitmeler
boş küfelerde bekler dururum sırtla beni söz dinlemez huyum suyum asi boynum vurulsa da bu küfede sonum düşer kalırım dibine ulaştıkça sözde varım yok'ta dağım
çözülmez bazı düğümler bu küfede eridi binler ayakları dolaşan din’ler dinleyen dinlemeyen içti ama sarhoş olan sadece bu küfedeki içtikleri mi neydi sır şişesindeki demir leblebi
iki ayağı kırık beşikte salla bir sana bir sana sen beni bıkmadan çekip öpen yakaza yumuşak yastığımda dirilen hep burada diri hep burada kati fariza
merhameti derya beldenin en acımasız piri
ister sil de ister izle bu yaşları varlığın tahakkümden ibaret ben de sonuna kadar açtım kovanın ağzını gelmedi mi arıların oğul verme zamanı
tüm benleri müsavi kılan o müstağni ifade gelir dile sen bu acı madeni demirci gibi dövdükçe
sonsuza sarkıttığım saçlarımdan çekip durma en sonunda zahir oldu bu sahnede hancı ve de kapıcı bu elleri titreyen gözleri görmeyen kiracı
bu azalar bu arsız dilim sözü yüklenen bu hamal bana yabancı döndürüp durduğun bu geceyarısı bu siyah tüllerin neresinde
biraz senle yalnız bırak beni hep sitemler hep dikenler gagaladı üstüme çakıldı kaldı hayaletin görmeyen gözleri sıtmalar sardıkça buldum damar damar çektiğin beni