Bazen bize ilham veren sözler, düşünceler, yada şarkılar işe yaramaz. Hayatın dolu dizgin giderken bize anlamsız gelen soruları yavaş yavaş zihnimizi işgal etmeye başlar. "Var mıyım? Ben dediğim ne? Gerçekte iradem var mı yoksa şartların zorunlu olarak kontrol ettiği organik bir makina mıyım? Olasılıklar rastgele meydana geliyorsa doğal olanın ahlakından bahsedilebilir mi?"
Duygulanım olarak adlandırdığımız ve anlamı yarattığına inandığımız algısal mekanizmanın pekala bir mekanik çevrimin sonucu olarak ortaya çıkarttığı "düş"ün nedensel ilkeleri açıklanarak ortada bir anlam olmadığı iddia edilebilir. Sonuçta kendini ayrı, bütünsel ve bilinçli ( yani kendisinin ve eylemlerinin farkında) hissetmek ancak bir ben bulutunun varlığı ile mümkündür. Ancak kendisini diğer insanlardan ayırd edecek düşünce ve eylem çeşitliliğine sahip olmayan bir toplulukta birey kendini sürüden ayıramadığı için benlik hisside gelişmez. Böyle toplumlarda benlik vücudun temel dürtülerinden ortaya çıkan yönelimlerdir. Açlık, üreme, barınma gibi. Oysa duygulanımın son ürünü olan tahayyül yada düş, tasarım düzeyinde estetik kaygılar barındırır. Ben dediğimiz ego bir olanağı doğru yada yararlı olduğu için değil ona "güzel" geldiği için tercih eder. Aksi takdirde bu bir seçim olmaz. Arzu dediğimiz duyguda böyle ortaya çıkar. İstemek fiili ile hayat bulur. Gerçekleştirmek ise olayın olanaklılık halini en üst mertebeye taşımak gerektirir. İşte vasat olanaklılık durumunu zorlamamak ile oluşur. Topluluk doğal işleyiş içinde benliğine kattığına razıdır. Daha fazlası için "düş"lemek yetisini yitirmiştir.
Gerçekten anlam varmı bilmiyorum, yani hiçliğin rastgele meydana getirdiği makinalar olma ihtimalimiz var, ama sonsuzluk paradoksunun tanrı ön kabulü yapılmadan izah edilebilceğini sanmıyorum. Ama ister anlamlı bir varoluşun sonucu olsun, isterse mekanik veya açıklanabilir bir sürecin sonucu olsun düş, arzu veya istek olmadan meydana gelemez.