Symrna'lı Kadının Öyküsü

Güneş sadece kızgın kumları değil, aşklarını da dağladı bir sabah. Ay devraldığında dünyayı ateş kraliçesinin elinden, bir çağ bitti. Adam ve kadın başka diyarlarda uyandılar uykunun avutamadığı gecelerinden...Ama büyü bozulmadı. Tılsımlı üç harf muskaydı

yazı resim

Kış güneşinin kartoplarına gülümsediği bir gündü. Soğuğu koynunda saklamıştı yalancı bahar ışıltısı...Kadın alımlıydı. Gözlerinin içinde dalgalar oynaşıyordu. Taşkın sevinçlere gebe hissediyordu kendini.Ve adamla gözgöze geldiği an yanılmadığını anladı.Aşkın miladıydı o gün. Öpüştü gözleri. Şaşırdılar. Yıldırım çarpmıştı kalplerini ışık hızıyla. Adamın gülüşü dudaklarına sığmıyordu. Gözbebekleri kucakladı kadını. İkisi de anlamışlardı ki artık hiçbir şey aynı kalmayacaktı. Bir dakika öncesine dönmek, bir damla suyu ateş topuna çevirmek kadar imkansızdı. Adam için kadın, kadın için adam’dı artık yarın. Öpüşen gözlerinin dışındaki her şey yitip gitmişti o an geri dönmemecesine...

Aşkın buğusuyla kayboldular sislerin içinde. Gün geliyor firavunlar diyarında yabaninciri yapraklarının arasına saklanıyor, gün geliyor Venedik’te bir gondolun içinde hayal ırmaklarında yüzüyorlardı. Yüreklerine her gün bir kırık cam parçası saplanıyordu. Bilinen kavramlara taşınmayacak, tanımı zor, kabulü olanaksız bir aşktı yaşanan...Ama gönül kapıları açılmıştı kapanmamacasına.Sınırlar çizemezlerdi yakıcı tutkularına.Direndi kadın bu hacizli aşka, kendini ıskalamak pahasına. Kaybetmişti yön duygusunu. Hangi sokağa girse çıkmaz sokaktı. Tüm yollar tek bir noktada kesişiyordu. ADAM.

Kadının çelişkilerine aldırış etmeyen doğa alışıldık düzenine uymuş, sarı saçlı beyaz tenli papatyalarını yollamıştı.Çingeneler Kakava Festivalini kutluyordu.Kadın balmumundan yaptığı kanatlarıyla güneşe uçmayı deneyen İkarus gibi güneşe yönelmişti. Her gün yeni bir doğumdu baharda. Kadın yeniden doğuyordu aşkın sıcağına. Geceler uykularını çalmıştı. Sahte yüzleşmelerin eşiğinde kıvranıyordu. Ve kararını verdi kadın. Yaşanacak ne varsa yaşayacaktı aşka dair adamla. Günah olmayacak kadar masum, masum olamayacak kadar günah doluydu yaşananlar. Bir kaosun ortasında birbirlerine dolanmışlardı gemici düğümleriyle...

Adam dingindi. Yaşadığı her günün onu bu aşka hazırlamak için yaşandığına inanıyordu. Kadınsa çoktan vazgeçmişti direnmekten. Silip attı dayatılan tüm kuralları dimağından. Koca bir boşluğun umutlarını ele geçirmesine izin veremezdi. Vermedi de... Tadılmamış yasak meyveydi adam. Ve en güzeli tattıktan sonra bile tadılmamışlığını korudu kadının teninde. Kadın arzunun adıydı adamın yaşanmışlığında. Kattılar terlerini damla damla arzuyla yoğurarak mürdüm rengi gecelerine. Kaçamak saatlerden çalabildikleri her tılsımı yazdılar aşk defterinin sayfalarına...

Güneş sadece kızgın kumları değil, aşklarını da dağladı bir sabah. Ay devraldığında dünyayı ateş kraliçesinin elinden, bir çağ bitti. Adam ve kadın başka diyarlarda uyandılar uykunun avutamadığı gecelerinden...Ama büyü bozulmadı. Tılsımlı üç harf muskaydı duygularına. A – Ş – K. Öğrendiler ki sığmazdı bu üç harf ne zamana ne mekana... İki yürek; ufuk çizgisinin başka olduğu dünyalarda, aynı sabaha uyanır oldular birbirlerine ait umutlarla. Çünkü “Hiçbir şey imkansız olamaz” dedi adam...”Attıkça yüreğim dolaşan senin kanın damarlarımda...” Yetti bu kadına. Doldurdu sevda adına bildiği ne varsa çıkınına, koyuldu inançlı adımlarla bilmediği yollara. Adamının yanına...

Symrnalı güzel bir kadınla adı saklı, duygusu yasaklı bir adamın öyküsü bu...Yüreğime sıcacık dostluğunu katan kadın, senin de bende saklı adın...

Başa Dön