Aktı bitti
Ve çoktan kurudu gözdeki buğu
Ağlamıyor laleler
Çiğ düşmüş sırtlarında
Mahzun oğlaklar…
Çok yoruldun yeter!
Ey kendi sesinden bi haber!
Duymayacak kimse
Görmeyecek!
Açılmayacak kapılar,
Ve bilmeyecek senden başka hiç kimse
O karanlık odada,
Bir başına
Büklüm büklüm duruşunu
Bir çiçek gibi soluşunu…
Kalabalıkların soyulacak sırtından
Çıkarılacaksın…
Bir kazak gibi terlemiş bedenlerden…
Arınacaksın!
Tüm sıfatlar artık muhayyel!
Ve sen,
Ardında bir yük gibi dolaşırsın
Amaçsız insanlar yığının…
Ve ah!
Her ‘neredesiniz’ dediğinde
Bir hiç tutacak ellerinden!
Göç yolları açık ne güzel!
Geride bırak elma şekerini
Artık dur!
Ve irkil
Ve ‘aşk’ nedir diye her sorduğunda çocuklar
Toprağı göster,
Kendini göster,
Bir dağı göster,
Bir yolu göster ki, uçsun,
İçinden kalkmış tüm kuşlar…
Sakallarım ağrırken tutuldu gök!
Pişmanlığım tövbekar bir sitem!
Ne beyaz çarşaflarda iz bıraktım
Ne kızıl şafakta…
İsyan ki, ‘durultur’ bir acıya devşirir anı…
Kurşun değmiş can gibi
Sıcağı diner
Acısı diner
Kanı tüketir yavaşça
Ter biter
Ateş diner
Hızlı soluklanmalarında tüketir nefes kendini
Usulca serilir beden…
Yol…
Işık huzmesi içinden de geçmeyecek
Bir kapı açılınca ardından görünmeyecek
Hiç olmayacak elinde asasıyla ak sakallı bir dede
Beyazlara bürünmüş her şey yalan!
İlk soyadlarıyla sevdiğim tüm kadınlar
Terli vücutlarınızda yanacak sevaplar
Bir kurşun gibi
Tam ‘orta’ yerimizden
Sıcağı dindiğinde
Acısı da dinecek!
Kanı tükettiğinde
Teri de silinecek
Ve ateşi dindiğinde
Nefes de kesilecek!