Küçükken her insanın ötelerde bir yerlerde kocaman ışıklı bir panosu olduğuna inanırdım. Hani uzay filmlerinde vardır ya bir sürü kare kare düğmecikten oluşan kocaman bir pano. Gümüş renginde parlak karelerin bulunduğu kocaman bir kumanda paneli gibi belki.
İnsanların yaşadıkları sürece yaptıkları hatalarla, söyledikleri her yalanla bu panolarındaki ışıklı karelerden birisinin söndüğünü, renginin karardığını düşünürdüm. Sonra ölünce insanların bu parlak panolarla yüzleşeceğini onu ancak ölünce göreceklerini düşünürdüm.
Bazen sırf panomdan bir ışığım daha eksilmesin diye arkadaş kavgalarının en çılgın yerinde tamam öyle olsun der kavgadan çekilirdim. Annem okul çıkışında yakındaki bahçelerden bir iş buyurduğunda yanmaya devam eden parlak bir ışık uğruna istemeye istemeye de olsa yola koyulurdum. Benim küçük kardeşim, ah o haylaz çocuk, hiç bilmedi onunla giriştiğimiz bir sürü yaramazlıktan panomdaki ışıklarım sönmesin diye vazgeçtiğimi. Mızıkçı dedi bana onlarca kez boncuk mavisi gözlerini pörtlete pörtlete.
Yaşımı hatırlayamadığım ama küçücük bir kız olduğumdan emin olduğum bir zamanda yine kitaplarımla baş başa idim. Bir kasabada otuz yıl kadar önce çocuk kitabını nasıl edindiğimi elbette hatırlamıyorum ama bir solukta okuyup bitirdiğim kitap Peygamber efendimizle ilgili bir kitaptı. Yatağımın üzerinde sırt üstü yatıp kitabımı bağrıma basıp böyle bir peygamber gönderdiğin için teşekkür ederim Allahım dedim. Ancak kendi duyabileceğim bir sesle dudaklarımdan dökülen bu cümleyle birlikte bütün vücudumu bir ürperti sardı. Bir taraftan bir korku belirirken küçücük yüreğimde bir taraftan da panomdaki ne zamandır sönmüş olan ışıklarımın bile bir anda parladığını hissettim.
Korktum, çünkü bir insana teşekkür eder gibi Allaha teşekkür etmek bana çok garip geldi. Hata mı ettim? Ama yanlış ise niçin panomdaki bütün ışıklarımın yandığını hissediyorum. Korkuyla doğruldum yattığım yerden. Kitabıma o kadar sıkı sarılmışım ki avuçlarımın terlediğini hissediyordum.
O zaman ilk defa Allahı bu kadar yakın, bu kadar gerçek, beni duyan olarak hissettim. Ama teşekkür ettiğim için bana kızmadığını da hissettim. Çünkü o benden daha iyi biliyordu neden teşekkür ettiğimi, neler hissettiğimi. Yıllar sonra Teşekkür Ederim Allahım isimli çocuk kaseti piyasaya çıktığında ben çoktan orta yaşlara gelmiş bir kadın olarak o günkü yürek pırıltılarımla dinledim kaseti. Onlarla bir kere daha teşekkür ettim o günkü ürpertili heyecanımdan uzak bir tebessümle.
Şimdilerde ışıklı panomu unutmuş gibiyim belki ama onun yerine içimde bir yerlerde bir şükür ağacı büyütüyorum. Özellikle bahar ayları geldiğinde bir görmelisiniz onu. Önce ve her zaman görme lütfünü bahşeden Rabbime karşı bin bir çiçekle bezenmiş bir şükür ağacı. Gözüm Allahın yarattığı her bir güzelliğe değdiğinde şükür ağacımda yeni bir çiçek açar. Tomurcuğa durmuş her gül dalı şükür ağacına eklenen bir teşekkür çiçeğidir benim için. Yol boyunca gördüğüm menekşeler, papatyalar, gelincikler, hele ki gelincikler sizce de birer şükür sebebi değil midir?
Yakup ile Yusufunun hikâyesini hepiniz bilirsiniz. Şimdiye kadar Yusufa yazılmış onlarca hikâye okumuş veya dinlemişsinizdir. Bana öyle geliyor ki Yusuf kör kuyuya atılınca, yani ki karanlık bir kuyuda bir başına kalınca Yakubun gözü de öyle bir karanlık seçti kendine. Mademki sevgili bir kuyuda karanlıklar içindeydi, varsın Yakupun gözü de gayrı hiçbir ışığı görmesindi. Ondan bir işaret gelmeyince bilemedi Yakup incisinin kuyudan kurtulduğunu. Yusuf, Mısıra sultandı belki ama Yakup hala kör kuyuların karanlığında Yusufunun yasındaydı.
Ta ki Yusufun gömleği Yakupa doğru yola çıkıncaya kadar. Rüzgâr vefalı bir dost gibi cisminden önce kokusunu getirdi gömleğin. Yakup kokusunu aldığı incisinin artık kuyularda olmadığına kani oldu. Gömlek Yusufun kokusuyla birlikte ışığı da getirdi Yakupa. Yavrusunun hasretinden tükenen göğsüne Yusuf kokulu gömleği basınca Yakup, gözünün aydınlığı yavrusu hakikaten göz aydınlığı oldu ona.
Bahar aylarında yol kenarlarında saçına sırma teller takan gelinlere benzeyen akasya ağaçları seyrine doyum olmaz bir güzelliktir. Arabalarla yanlarından geçerken bakışlarımla dokunurum onlara. Ayrı ayrı hepsine sarılmak gelir bazen içimden. Neden sonra fark ettim ki bu bana yetmiyor. Çünkü arabanın içindeyken akasya kokularını alamıyorum.
Bunu fark ettiğimde Yakupun acısına benzer bir sızı hissettim yüreğimde. Biraz da küskün beni hafta sonu akasya koklamaya götürür müsün?. Bu soru eşime ne kadar anlamsız geldi bilemiyorum. Ama ben gerçekten gidip onarları kokularıyla da hissedebileceğim bir yerlerde onlarla hemhal olmak istiyorum. Yusufun gömleği gelsin istiyorum.
Bu bahar akasya kokularının özlemi şükür ağacımda da yeni yeni güzellikler peyda etti. Elbette önceden de biliyordum koklamanın da bir nimet olduğunu ama bu şekilde hissetmek başka bir şeydi benim için. Sonra kokladığım her gül için, her akasya için, yanından geçerken görmesem bile buralarda bir iğde ağacı var mutlaka dediğim her an için şükür ağacıma yeni yeni yakutlar, elmaslar ekledim. Her biri için güzel kokulu çiçekler ekledim, adını bilmediğim ama çok güzel kokan çiçekler.
Bir hafta sonu şükür ağacımda her biri için bir sürü çiçekler biriktirdiğim dostlarımızla birlikte küçük bir şehir dışı gezintisine çıktık. Boluya gittik. Yeşilin kaç tonunu bilirsiniz? Kaçına isim koyabilirsiniz? Bence uğraşmayın. Yaratana teslim olup şöyle bir Bolu ormanlarına bakın. Yeşil, yeşil ve yine yeşil. Ama hepsi farklı yeşiller. Göz alabildiğine çam ormanları ve aralara serpiştirilmiş farklı farklı yeşil ağaçlar. Bir göl kıyısında şükür ağacımla ben diğer bütün seslerden azade geziyoruz.
Göle doğru koşarak gelen bir küçük derecik sesleniyor şükür ağacı yok mu benim için bir çiçek dereciğin yanında durup eğleşiyorum. Gözlerim ve burnum çam ormanlarınca esir alınmışken şimdi kulaklarım tepelerden itibaren saçlarını taşlara, çimenlere sere sere gelen şu nazlı dereciğe meftun. O şırıl şırıl kendini toprağa sermeye devam ettikçe çam kokulu yemyeşil ormanın içinde artık şükür ağacımın çiçeklerini varın siz düşünün.
Biraz da mahcup, geç kalınmış şükür çiçekleri ile beziyorum şükür ağacımı. Şimdiye kadar sayısız seslerle dolup boşalmış şu kulaklarımı bu gün daha başka bir duyuşla hissediyorum. Onları bana bağışlayana hamd ediyorum.
Kızımın anne diye seslenişini düşünüyorum derenin başında. Onun her anne demesinde aslında benim yüreğimde bir kapı aralanmıyor mu? Gözlerim eşimin gözlerine her değdiğinde, yüreklerimiz de bir birine dönmüyor mu? Memleket ziyaretlerimde anacığıma her sarıldığımda ana kokusu kuşatmıyor mu dört bir yanımı?
Hepsine yürekten evet. Fakat yine de doğduğumdan itibaren yanı başımda bulduğum gözümü, kulağımı, burnumu bu baharla yeniden buldum. Yusufun gömleğini buldum Boluda. Bahar yüreğime geldi.
Şükür Ağacı
Bazen sırf panomdan bir ışığım daha eksilmesin diye arkadaş kavgalarının en çılgın yerinde tamam öyle olsun der kavgadan çekilirdim. Annem okul çıkışında yakındaki bahçelerden bir iş buyurduğunda yanmaya devam eden parlak bir ışık uğruna istemeye istemeye de olsa yola koyulurdum. Benim küçük kardeşim, ah o haylaz çocuk, hiç bilmedi onunla giriştiğimiz bir sürü yaramazlıktan panomdaki ışıklarım sönmesin diye vazgeçtiğimi. Mızıkçı dedi bana onlarca kez boncuk mavisi gözlerini pörtlete pörtlete.