Gittikçe yalnızlaşıyor insan . Gittikçe dört duvarının ardına sıkışıp kalıyor. Herkes, herkesten şikayetçi. Kendisiyle uğraşmayı bırakmış, hep başkalarıyla uğraşıyor. Uğraştıkça yabancılaşıyor, uğraştıkça uzaklaşıyor. Alınganlıklar, yanlış anlamalar, hırçınlıklar, içe çekilişler koparıyor insanları birbirinden. Tahammülsüzlük kol geziyor sokaklarda. Sokak lambalarının kör ışığında ara sokaklara dalıyor sitemler ve kahırlar. İnsanların ensesinde seslerden örülü bir tel duvar. Elini dokunsan batacak, dokunmasan kurtlar sofrasında güvenmek , inanmak, hissetmekle ilgili her şey paramparça olacak Karabasanlar basacakOysa (Oruç Babadan Aforizmalar-19)da Sayın HÜSMÜLLÜ şöyle diyor: Bu dünyadaki hiçbir şey sizin değildir. Çünkü kaybetmekten korkup da kaybetmeyeceğiniz hiçbir şey yoktur. Şu an sorsam kaç kişi vazgeçebilir elindekilerden? Kaç kişi: Dünya nimeti değil mi? Ne önemi var diyebilir?. Çok özür dilerim yine hata yaptım. Belki der; ancak kaç kişi eyleme geçirebilir?...
Sayın HÜSMÜLLÜ yanlışım varsa düzeltin lütfen. Bir ara Sokratesin Savunmasını okumuştum. Şöyle diyordu: Ben güzel konuşuyorum diye benim dediklerime inanmayacaksınız. Laf ebeliği yapıyor diyerek suçlayacaksınız beniKandırdığımı sanacaksınız öğrencilerimi. Öyle de oldu nitekim sonunda. Maalesef toplumsal bencilliklerimiz iyiye, güzele düşman. Kendimizi yenileyemediğimiz için, sürekli kendini yenileyen ve en iyiyi yapmaya çalışan insanlara tahammülümüz yok. Örneğin bir büyüğümüz var; yazan, araştıran, üreten ve bizim de kendimizi yenilememiz için gece-gündüz uğraşan. Yıllarını verdiği araştırma yazılarından tutun , ülke ekonomisine katkıda bulunacak, üretime yönelik araştırmalarına bile kulplar takılmaya çalışılıyor. Yıpratılıyor, örseleniyor, hafife alınmaya çalışılıyor, bize ait olandan kaçmak değil de nedir bu. Aynı işi ve çalışmayı yabancı ülkelerin bilim adamlarından biri yapsa eminim çok daha fazla ilgilenir, çok daha fazla ilgi gösterirdik. Nedir bu toplumsal komplekslerimiz? Nedir bu kendi insanımıza güvensizliğimiz? Biraz fazla kazansa , emeğinin karşılığını alsa ne çıkar? Bize ne zararı var? Ama olmaz, emekmiş, alın teriymiş hiç önemli değil bunlar, yeter ki bizim dışımızda kimse kazanmasın. Oturduğumuz yerde her şey bize yağsın, bize aksın. Hay Allah, şimdi aklıma öğrencilere tariz sanatını anlatırken örnek olarak verdiğim Salah Birselin Pineklemeye Çağrı şiiri geldi nedense. Madem söz dönüp dolaşıp oturduğumuz yerde kazanmak çabasına geldi; paylaşayım müsaadenizle:
Duralım efendiler biraz
Koşmayalım öyle delice
Yormayalım kalbimizi
Katmerlendirip gerdanımızı
Oturalım efendiler biraz
İsteyen dikilsin gönlünce
Çökelim biz yere şöyle bir
Açalım ağzımızı ilkin
Gerelim omuzlarımızı sonra
Giderek bayıltıp gözlerimizi
Esneyelim efendiler biraz
Aldırmayalım öyle üçe beşe
Yayalım göbeğimizi iyice
Dönelim sırtımızı işe akla
Acıyan çıkmaz sonra halimize
Vakitken çocuklar büyükler henüz
Pinekleyelim pinekleyelim
Horlayalım efendiler biraz
Salah Birsel
A, evet bunu yazmalıyım, Olumsuzluklar karşısında kader deyip geçiyor musun, bununla da yetinmeyip bazen kaderin başına kötü sıfatını da ekliyor musun? Sen aptalsan, sen tembelsen, sen zayıfsan, sen yeteneksizsen bunda kaderin suçu ne?(Oruç Babadan Aforizmalar- 23) bayıldım buna. Bu, şu ana kadar yazdıklarımdan daha farklı, bu kez eylemsizlikten söylemle kendini kandırma yolu. En azından kendi içinde çelişmiyor. En azından başkalarına zarar vermiyor. Telkin çok güzel ama: aptal olma, tembel olma, zayıf olma, yeteneklerini ortaya çıkar, kaderden şikayet etmek yerine kadere yardımcı ol! süper
Bugünlük de bu kadarEleştirdiğim kuyuya kendim düşmeyeyim ne olur ne olmaz. Ne diyor (Oruç Babadan Aforizmalar-15)te: Seni birisi konuşturana kadar sus, ama seni birisi susturana kadar konuşma!.
Devamı var.
] ]