Sarı mıydı sonbahar? Yoksa sarı olan aramızdaki güvenlik şeridi miydi? Peki ya saçların? Güneş miydi kendince?
Gün bitiyor, güneş gidiyor… Yaz bitiyor, yazıyorum…
Yaz aşkı mıydı bu, yaz yağmurunun göz yaşlarımla sevişmesi nasıl bir ilişkiydi? Bunun analizini sarı sonbahar yapraklarının yapması hoş bir çelişkiydi…
Gün bitiyor, güneşe el salla… Yaz bitiyor, yazmak istiyorum…
Sonbahar! Bu da bir bahar… Ama son mu? İlki yeşil, sonu sarı, peki ya sonrası? Tanrı öyle bir yaratmış ki bizi, dört mevsim yaşıyoruz. Ağaçlar gibi her sonbahar ölüp, ilkbaharda dirilmiyoruz… “Son” baharı gördüğümüzde biz dirilmiyoruz…
Gün bitiyor, geceyle seviş… Yaz bitiyor, yazıyorum hala…
Gece karanlık, güneşe küskün saatler bunlar. İnsanın her canlıya sırt döndüğü saatler. Birkaç aşk iniltisinin ardından, birlikte başlamış susuş anı bunlar. Yanındaki yabancıdır aslında ve o senin için yatarılmıştır.
Gece karanlık, güneşe küskün saatler bunlar. Damımda kediler korosu, ilk tanışma merasimi bunlar. Kısa kısa hırlamalarla, uzun uzun merhabalar. Damımdaki yanındakine yabancıdır aslında ve o gürültü için yaratılmıştır.
İnsanlar, susa susa; hayvanlar, konuşa konuşa yaşarlar aşkı…
Gece karanlık, fotosenteze küskün saatler bunlar. Güller için bülbüllerin yaratıldığı bu dünyada, arıların araya iliştirdiği entrikalar. Kafesteki tarladakine yabancıdır aslında ve mutlu sonlar için yalanlar yaratılmıştır.
İnsanlar, kusa kusa; hayvanlar, bağıra bağıra; bitkiler, yoluna yoluna yaşarlar aşkı.
Gece karanlık, sabahlar uzak.
Gün başlıyor, güneş doğuyor, sarı!.... Yaz bitiyor, yazıyorum…
“Her yeni güne merhaba!” yaza yaza, yaza kadar, yeni yaz aşkımın bekleme odasında, yazıyorum…