Yazarlık serüvenine şairlikle başladı Necati Cumalı. Elli beş yılı aşkın sanat yaşamı boyunca şiirden, roman ve öyküye geniş bir yelpazede eser üretti. Oyun yazarlığı ile ulusal tiyatromuzun temellerinin atılmasında büyük bir rol oynadı. Belediye başkanlığı yaptı. Üç kez askere alındı…
Şimdi Yunanistan sınırları içindeki Florina’da, 1921 yılında doğan Necati Cumalı, 1923 yılındaki mübadele sonucu İzmir-Urla’ya yerleşen bir çiftçi ailesinin oğludur. İzmir’deki öğreniminin ardından Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Yaşamının büyük birçoğu, edebiyatın dışında memuriyetle geçti. Toprak Mahsulleri Ofisi’nde memuriyet, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Türkiye’nin Paris Basın Ataşeliği, İstanbul Radyosu’nda redaktörlük… Memuriyetle devam eden yazın hayatı, memuriyet sonrası ise tüm yaşamını kapladı. Yüzlerce eser kazandırdı edebiyatımıza. Ve sayısız ödüller…
Yazın serüvenine şairlikle başlayan Cumalı, ilk şiirlerini 1939 yılında İzmir Halkevi dergisinde yayımlar. Benimsediği “Yeni Edebiyat” anlayışı ile dönemin tüm aydınlık ve ilerici dergi ve gazetelerine şiirler yazar. “Kızılçullu Yolu” adlı ilk kitabını 1943 yılında yayımlar ve ardından askere gider. Askerdeyken geçirdiği zehirli sıtma hastalığının da etkisiyle yazdığı “Harbe Gidenin Şarkıları” adlı kitabı, büyük bir yankı uyandırır. Kızılçullu Yolu’nda iyimser, aydınlık şiirler yazan Cumalı, Garip akımından da etkilenerek yazdığı şiirlerinin birçoğunu Varlık dergisinde yayımlar. Dil ve anlam oyunlarından uzak, gündelik yaşama dair konular işleyerek halka daha yakın olur. Ancak Garipçilere olan bu yakınlığı kısa sürer Cumalı’nın. Şiirlerinde yoğun duygular yansıtmaya başladığı anda ayrılır Garipçilerden. Harbe Gidenin Şarkıları’yla başlayan içtenlik ve toplumsal sorunlara olan duyarlığıyla kendine özgü bir tarz yaratır. 2’nci Dünya Savaşı’nın buhranlı yıllarında tüm çağdaşları gibi, duyarlığını eserlerine yansıtır. Hürriyet, vatan ve barış temaları öne çıkar şiirlerinde.
Size sunuyorum bu şiirlerimi
Ey tarihin hürriyet kavgalarında ölenler!
Bazen toplama kamplarındaki acıları anlatır şiirlerinde, bazen Libya çöllerindeki savaşları, bazen de siperlerde çaresizce nöbet tutan askerleri… Safça duygularla…
Sarışın bir nöbetçiyi unutmayacağım
Hep ona bakıyorum bir saattir
Sağ eli tüfek kayışında
Demin cebindeydi
Şimdi miğferini düzeltiyor sol eli
Göz kapakları açılıp kapanıyor kendiliğinden
Havada buğulanıyor nefesi
Geziniyor alışkanlıktan
Düşünmeden bakınıyor
Niçin bilir mi?
İşine giderdi eskiden
Şu anda nöbet bekliyor!
Cumalı’nın, 1947 yılında yayımladığı “Mayıs Ayı Notları”nı okuyanlar, bu değişime şaşırırlar ilk olarak. Öyle ya, toplumcu şiirler yazan Cumalı, aşk ve doğa temalı şiirler yazmıştır bu kez. Toplumculuğu da elden bırakmadan… Bir öğrenci duyarlılığıyla…
Gece yarısı elbiselerim
Ayakkabılarım üstüne
Düşen ay ışığı
İnsan böyle mi olur
Sevdaya tutuldu mu?
Bütün eski kitapları okudum
Yaşlanmış güzellere sordum
Mutluluk bu mu?
Köy edebiyatından sıyrılan bir gerçekçilik
Cumalı üslubu, dilindeki zenginlik ve duru Türkçesi gibi kendisini tüm çağdaşlarından ayıran özellikleriyle, şiir dışında eserler de vermeye başlar bir süre sonra. Lise yıllarında kitaplarıyla tanıştığı Sabahattin Ali’nin etkisinde kalarak, öykü yazmaya başlar. Bir süre sonra öykücülüğünü geliştirerek, Ulus gazetesine her hafta bir öykü yazar. Sabahattin Ali’nin etkisiyle başladığı öykücülüğünde ve romanlarında yepyeni bir tarz oluşturacaktır. Çağdaşları gibi ne salt “köy edebiyatı” ne de “toplumsal gerçekçilik” akımının üzerine yapışmaması için uğraş verir ve başarır da. Ege yöresinin yaşamını tüm ayrıntılarıyla gözler önüne serer roman ve öykülerinde. Özellikle de İzmir ve çevresi üzerine yoğunlaşır. Ege yöresinin saf, çalışkan ve yiğit insanlarını anlatır. Köy edebiyatından uzak kalır kalmasına ama sıradan köylüler için suyun ve toprağın ne kadar önemli olduğunu da öğretir bizlere. Ülke sorunlarından ve toplumsal gelişmelerden uzak kalmaz hiçbir zaman. Yaşamın, şu anda birçoğumuza basit gelen kavramlara entegre olduğunu unutturmaz, hala… “Susuz Yaz”daki kavgayı unutabilir miyiz? Tütün ekicilerinin geleceklerini tütüne bağlamasını? “Acı Tütün”ü, “Yağmurlarla Topraklar”ı… “Boş Beşik”teki, “Zeliş”teki dramları…
1959 yılında yazmaya başladığı “Tütün Zamanı” üçlemesinde Cumalı, Ege yöresinin yaşamsal ve ekonomik sorunlarını tüm çıplaklığıyla yansıtır. Özellikle üçlemenin son kitabı Acı Tütün, 1952 yılındaki tütün piyasası açılışında gelişen ekonomik ve siyasal olayların çevresinde biçimlenip, yöre insanının mücadelesine simge olur. Tütün ekicilerinin koşullarını anlattığı bu romanın ardından Zeliş’te ise çarpıcı bir aşk öyküsünü konu edinir. Yine tütün ekicilerinin etrafında şekillenen bu öykü ve Yağmurlarla Topraklar ile Cumalı, edebiyatımıza unutulmaz bir Ege destanı kazandırır.
“Viran Dağlar” adlı eserinde ise Ege yöresinin ardından Rumeli insanını ve yaşam koşullarını konu edinir Cumalı. Edebiyatımızda çok fazla işlenmeyen bir bölge Rumeli ve çevresi. Kendisi de o topraklarda doğan ve mübadele dönemini yaşayan Cumalı, ailesinden dinlediği yaşam öykülerini ve gözlemlerini, kardeşlik ilişkilerini sürdürseler de din ve dil ayrılıkları, ulusçuluk değerleri neticesinde birbirine düşen bir halkın öyküsünü, Viran Dağlar ve Makedonya 1900 adlı eserlerinde yansıtmayı başarır. Özellikle Anadolu insanının gözünde yasak kavramlar olarak süregelen cinsel dürtüler de ilk kez Cumalı’nın kaleminde vücut bulur. Bu kavramları anlattığı “Ay Büyürken Uyuyamam” adlı eserinde, Anadolu insanının cinsellik olgusunu ve bunalımlarını büyük bir ustalıkla anlatmasını bilir. İzmir’deki avukatlık yıllarında edindiği gözlemlere dayanarak yazdığı “Susuz Yaz” ise yaşamlarını toprak üzerine şekillendiren çiftçiler için suyun ne kadar önemli olduğunu vurgular. Bunun yanı sıra hukuku kendileri biçimlendirmeye çalışan köylünün başvurduğu şiddet sonucu alt üst olan insan yaşamını büyük bir gerçekçilikle anlatır.
Aydın düşüncenin ışığında bir ömür
Cumalı’nın şairliğine geri dönecek olursak, O’nun için edebiyatımızın en başarılı toplumcu şairlerinden biri saptamasını yapabiliriz. Özellikle “Karakolda” adlı şiiri, toplumcu gerçekçi anlayışta yazılan belki de en iyi şiirdir. Ağıt tarzında yazdığı bu şiiri, Salahattin Batu’nun deyimiyle, “çiçek kokuları, katmerler, fesleğenler, İyonya’nın zeytinli yamaçları arasında Türk renkleriyle boyanmış, yalın, yapmacıksız bir resim” gibidir.
Bu sabah Özbek’te
Silah sesiyle fırladık kapımızdan
Bu sabah silah sesine açıldı
Özbek’te pencere kanatları
Ağlamaklı bir gün ışığı doldu
Evlerimize ardımızdan
Mahzun bir gök
Gözlerimizin önünde asılı kaldı
Cumalı’nın şiirlerinde aydın bir düşüncenin, bu doğrultuda yaşanmış bir ömrün izleri vardır. Üstelik sadece şairliğiyle ve öykücülüğüyle değil, tiyatro yazarlığıyla da Türk edebiyatına damgasını vurmuştur. Anadolu’nun sonsuz kaynağından beslenen Cumalı, olay ve karakter ilişkisi yaratmada hiç sıkıntı çekmez. Anadolu insanını iyi tanımıştır çünkü. Özümsemiştir. Tüm eserlerinde olduğu gibi oyunlarında da tüm gerçekçiliğiyle Anadolu’yu ve Anadolu insanını anlatmıştır. Bu anlamda kendi ulusal tiyatromuzun yaratılmasında Cumalı’nın büyük bir payı vardır. Çağının yaşam biçimini oyunlarına da yansıtan Cumalı, Türk tiyatrosuna on üçü dram olmak üzere toplam yirmi üç eser kazandırmıştır.
Cumalı’nın eserlerinin sinemamıza da büyük yansımaları olmuştur. Boş Beşik adlı oyunu ve Susuz Yaz adlı eseri ikişer kez, Dila Hanım ve Zeliş adlı eserleri de birer kez beyazperdeye aktarılmıştır. Metin Erksan tarafından 1963 yılında uyarlanan Susuz Yaz, 1964’teki Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü alarak, Türkiye’ye uluslararası arenada ilk büyük ödülü kazandırmıştır.
Cumalı, “kısmeti kapalı gençlik” olarak nitelediği kuşağının tüm sorunlarına eserlerinde yer vermiştir. Cumalı’nın eserlerinde mitoloji de vardır, çağları kapsayan kültür zenginliği de. Yaşam, O’nun eserlerinde şekillenmiştir.