Kaç yankı bulsa en dirayetli çığlık bekleyen
son bulmak, onu yeni seste
nihayette erdiği varolmanınsa
başlangıç yine. Her doğumdaki bitişte
sahneye çıkıyor döngüsü evrenin o tüm ardının
ne zaman ışık yüzünü aydınlatsa nesnenin
saklı durur karanlık arkasında
her bakış kaçırır şeyleri
tüme adananlar dışında
hitaptır, her satırında ki fırlatır
köşeye kırılmış oyuncağı
attığı adımlar ileri, geri koyarken insanı
ırkların sarhoşça macerasına hazin
ayakları altındaki topraktır, gebe
sırrı uçsuz, engin nesiller devrinin
sıradağlarda beliren kızıllıkta
o dünün caddeleridir aydınlıkta doğan
fırtınaların engin denizinde biz
sadece mum ateşinin titreyişiyiz rüzgarda boğulan
onun kadar yakıcıysak da fakat
başka şey değil
soluşumuza verilmiş arık çiçeğimiz yaşam
taşkın boşluğumuz tek O' nun muhteviyatıyla dolu
keyifli arkadaş ruhumuza şeytan
yolumuzsa satılmak bin yıllar boyu
Geride koyduğumuz sessiz dileyişlerde
göçsüzlüğümüzdür kavrayışımız birbirimizi
kelimeleri anıyorsak sıkılganlıkla
içten karışmıştır kendini gizleyen özürle, o da belki de
susabilmek niyetiyle
gördüğümüzde önümüzde açılan ufku
gizler açılır önümüzde o
kapanınca vücut bulur güzelliği bulunacak ve
başlar yolcu olmak
açığa imzadır okumadan attığımız, ilk çığlık
eller dokundukça silikleşen
kimi bizden sormalı? kimi bizden bağışlamalı?
yollara düşeriz bilmeden
bir tutku uzak kılarken diğerlerini Us
bizde kendini parçalara ayırmaktadır aynı
düşünürün o sade metodundaki gibi
O perdeyi açmaya muktedir,
Us; ancak görendir, O gündüz O, yücedir
biz sahnede riyakarca hünerle korkusuz
göze tek yansıyan iki renktir
var etme, yok olma sonsuz tutkumuz
Yürüdüğümüz sonsuzlukta yollar, aştığımız evler
hepsi taşır ruhlarında parçamızı
yaşadığımız sokaklar, şehirler aşar amacımızı
bakarız sadece arkalarından
kelimeler sınırlarının dışına çıkar
biz yükleriz anlamlara onları
duyarız düşmüşlüklerde ateşin pahasını
zoraki gülüştür bizi saran
nazikçe reddediş yatmak yatağa
yaşatırken batan güneşte doğumun acısını
mümkünatsızlığında geri çağırmanın masumiyetin eski çağlarını
iki ayrı noktayızdır
biz ve esenlik, yokluk da çizgidir ikimiz arasında
kendini bırakmış sevincin, dökülen al kanıyla çizilmiş
yalnızlıkta, sırtımızda bıçaktır hürriyet
mevcudiyet yarı sersem rüya
kulağa fısıldanan yalandır ancak ve cennet,
insan; mağrurca duymazdan gelecek
sözler adanıp yaşamış, çiçeklenip bırakılmış
kendilerince bir kenara öylece
zaman ise, gerçektir geçtiğince
Çorak kudretler ardına düşüren nicesi ki ölü
onlara nice elleri kelepçeli destanlar
mahkum kutsal kitaplar yazılmıştır
çatışmalı, görkemli yapıt vasfında
öte yandan elmastır saf an
parladığında önüne geleni yakan alev dalgası değil aksine
su gibi berrak arı elmas sadece gariptir
ölmüş birinin odasındaki kederli bekleyiş anı bile
insana bazen anlamlı sırlar öğretir
öylesine yer alır önce ki saatleri yakalamak
koşarak peşlerinden yılların bıraktığı izlerin
ince bitiş çizgisinde beklemek günlerin
ellerinde kalmak sözler söyleyen sonsuzluğun
karalamak gibidir üstünkörü sanki hepsinin
Kutsanıp büyüyen esrarda
duyumsama sevinci yükselir
dağınık ülkelerde, şehirlerde
bedenlerdedir nesiller cinslerde görülmez
doğmamış evlatların dünyaya hasreti
coşkulu ırmağın sürüklemesi kadar ne bulursa kuvvetli, tutulmamış yemin kadar yıkıcı
derin düşünürün düşünüşünde veya
annenin oğlunu öpüşünde bile
O vardır
büyüterek tabiatın doğurgan filizlerini
korkulu yükseklikleri söz verir
hacimlenerek dönüştürür mekanları, genişler
çağırırken insanı nesillerin hasreti
O' dur birinin arzulu nefesi
odalara dolar yaşama sunulmuşlukla
geceye yayılan siyah günah kollarında
Yönelerek onunla göğün yüzüne
karşılık bulduğumuz kadar yönlenir, o kadar adanırız
çoklaşmaktır gecelerde, aradığımız güneşimiz
duyarız, nasıl hiçleştiğimizi izler olmadan
izlersiz her nefes alışta biterek bir kendimiz
ağırca yöneliriz belirsiz dış hacimlere
sonluluğun eşiğinde bekleyip son adımla
geçtiğimizde, ikinci kez
kulaklarımızda duyduğumuz sestir bize yankısı
ilk gün başlayan
son gün son bulan o yankı susmayan,
doğduğundan beri
sükunete doğru sözlerimiz bilenir
kanlı yaralar açılır fikirlerimizde,
depremler geçirir unsurlar, tuz parçacığına döner
en ışık değmemiş tümel derinliklerde zihnimiz
münzevi, karanlık kıyıları düşleriz
sokak lambaları, esen rüzgar yük olur sonra
elveda demenin ağırlığı çökerken omuzlarımıza
takvimler, saatler, dakikalar karmakarışık
öylesine tekdüze geliriz kendimize
aynalar neden durgun gelmiştir bize?
bizimle hareket eden
neye göre neredeyizdir? saçılmıştır yerden
yoksunluğumuzda yıllar
ortadalığımıza ağıtlar yakarız, tatsızlığa bürünür anılar
bitik sorgulardır ancak eseri artık yaşamın öyle ki
yokuşa sürer onları ağza alınmış tüm cevaplar
ermişlerin hafifliğiyle
dönmek isteriz küçük ama bizim meyve bahçesine
bulacağımız bir O' dur
Bazı günler boşveririz her türden muhakemeyi
bazı geceler redderiz sevmeyi, kanıksamayı insanca
bazen nefes alırız ağır ağır genişlikle
bazense çırpınırız sınırlara sıkışmış biçimde
savaşa gireriz razı olmadan dünyevi tutkularla
ya da buluruz teselliyi kabullenişte
gittikçe güçlenen içki kadehinde
kırıp mesafelerce ötedeki umutları fırlatıp
parçalara ayırırız tüm yalanları
uykusuz şafakların vaktinde gördüğümüz
tükenmekte; ölmüş çocuk ömrümüz
kollarımıza aldığımızda onu şefkatle sıkıca
bilmenin belki olgunluğu yansır davranışlarımıza
bir bilmek ki yükü asla sorgulanamayan zira
taşıdığı yaratılmışlığımızın o benzersiz emsali
yine de bizim boynumuzda tarihçe duran
değil mi
o emsalin asırlara sığmaz vebali