her akşam ufukta
kendini boğardı güneş kendi kanıyla
tam da o anda görürdü
bir ceylanın gözlerindeki ürpertiyi
yüzlerce yüz asılırdı tavana
gölgelerde anıların dansı
trapezciydi gönül iplerinden seken
gölge oyunu oynadığı uçurumlarda
kurşun askerlerle sevişirdi
uçup giderdi ağzından ölü serçeler
hüznünü sevdiği erkeklerin
ses acısı kalırdı boşluklarında
fırtınaların demlendiği yerdi yüreği
her anın başında ve orta yerinde
fokurdardı içinde acılar nargilesi
bir meyve gibi olgunlaştıkça zaman
maviler azalırdı sularında
günleri frengili yorgunlukta biterdi
yeni sözcükler üretemeden
zamansız tükenen aşkların şaşkınlığı
aynalarında seyrettiği boş odalar
ensesinde kar sesi yalnızlığı
ne hilale sığınırdı ne haç kurtarırdı
günahkardı şiir kadar