Ve biz insanoğlunun üstüne birden bir serinleme gelir... Kayganlıktan, akışkanlıktan sıyrılma isteğiyle birden çığlık. Ne olduğunu anlamadan çakılma başlar. Bazen de alışkanlık isteği... Çelişkiyle dolu alışkanlık ve değişkenlik evliliği dolanır bazen de... Ve en sonunda anlaşılır yine. Düzelmeyecek insanoğlu...
İki seçenek vardır... Ya köprünün üstünden çığlık atmak için atlanır ya da çığlık attıktan sonraki utançla...
Deniz dibi hep aynıdır ama. Serin... Birkaç balık bakar, bazıları beğenir akşam yemeği yapar. Bencil cenaze avcıları çıkmazsa tabii ortaya... Serinlik yine de serinliktir ama. Birkaç dakika da, birkaç uzun zaman da olsa...
Bir de öncesi vardır... Başlangıcı hatırlanmasa da. İnsanoğlu onu da bilmez hiçbir zaman. Bilinci ne zaman yerine gelmiştir, ne zaman dinlediği müziği anlamaya başlamıştır. Oysa ilk bilinç dar bir sıcakta şekillenir ilk kez. Hatırlanmaz... İlk serinlemeyle delice gülümsemeler etrafta toplanır. Ya da deli bunlar deyince başlar serinlik... Sonra ısınır yine hayat... Isındıkça gülümsenir, gülümsedikçe serinlenir.
Bir ara da karışır birbirine gerçeği ile sahtesi. Çünkü bu sefer de ateş basmıştır. Dinginlik aramak adına iyice harlanır herşey. Sonra da dinginlikte sıkılır insanoğlu... Oysa farkında olmaz yavaş yavaş asıl serinliğin ne kadar yakında olduğunu. Sonra... Sonra daha da artar ısı... Artar... Artar... Artar... Bilgeliği körüklemeye çalışırcasına sınavlar dizer arka arkaya... Artar... Artar... Artar... Yavaş yavaş sakinlik çöker korkudan. Yeniden serinleme...
Ve birgün gelir insanoğlu bu harlanma, serinleme döngüselinden sıkılır. Gerçek serinleme başlamıştır... Çünkü hileyi çözmüştür insanoğlu... Balıkların yanında, köprünün üstünde değildir olay. Neredeyse termodinamik temel yasalarını bilen uzmandır artık. Uzman mı? Ben mi? Hayır değilim...
Hadi gidip köprünün üstünde çığlığımızı atalım ve eve gidip uyuyalım...