Ruh ve Tarih: Vahyin Işığında İnsanlığın Yolculuğu

Tarih, ruh sahibi insanların hakikate şahitlik ettiği bir sahne olarak başlar. Her şeyin başladığı an, "Ruh sahibi tarih sahnesine çıkar ve perde açılır," ifadesiyle anlam bulur. Ancak bu perde, yalnızca Allah'ın kelamını anlayıp içselleştiren ve hakikati savunan bilinçli bireylerin varlığıyla anlam kazanır. Ruh, sadece bir can taşımanın ötesinde, varlık âlemine anlam katan, hakikati gören ve onu savunan bir şuurdur. Vahyin ışığında yaşayan bu ruh sahipleri, tarih boyunca Hakkı savunmuş, batılın karanlık yüzüyle mücadele etmişlerdir. Allahın birliğini ve vahyin yeterliliğini anlatmak için gönderilen Resul, müşrik toplumun gelenekçi yapısına meydan okur. Bu meydan okuma, sadece putların fiziksel varlığını değil, onların zihinlerdeki hükümranlığını da hedef alır. Zira putlar, birer sembol olarak toplumun ruhban sınıfının iktidarını temsil eder. Resulün tebliği, bu iktidarı tehdit eder; zekât ve infak gibi adalet temelli ibadetler ise müşriklerin korkulu rüyası olur. Çünkü bu ibadetler, güç ve servetin eşit dağılımını, zenginliğin bir sınıfın tekelinden çıkmasını amaçlar.

yazı resimYZ

Tarih, ruh sahibi insanların hakikate şahitlik ettiği bir sahne olarak başlar. Her şeyin başladığı an, "Ruh sahibi tarih sahnesine çıkar ve perde açılır," ifadesiyle anlam bulur. Ancak bu perde, yalnızca Allah'ın kelamını anlayıp içselleştiren ve hakikati savunan bilinçli bireylerin varlığıyla anlam kazanır. Ruh, sadece bir can taşımanın ötesinde, varlık âlemine anlam katan, hakikati gören ve onu savunan bir şuurdur. Vahyin ışığında yaşayan bu ruh sahipleri, tarih boyunca Hakkı savunmuş, batılın karanlık yüzüyle mücadele etmişlerdir. Allahın birliğini ve vahyin yeterliliğini anlatmak için gönderilen Resul, müşrik toplumun gelenekçi yapısına meydan okur. Bu meydan okuma, sadece putların fiziksel varlığını değil, onların zihinlerdeki hükümranlığını da hedef alır. Zira putlar, birer sembol olarak toplumun ruhban sınıfının iktidarını temsil eder. Resulün tebliği, bu iktidarı tehdit eder; zekât ve infak gibi adalet temelli ibadetler ise müşriklerin korkulu rüyası olur. Çünkü bu ibadetler, güç ve servetin eşit dağılımını, zenginliğin bir sınıfın tekelinden çıkmasını amaçlar. Ancak bu tebliğ süreci, çoğunluk tarafından yalnız bırakılır. Toplumsal dayatmalardan çekinen insanlar, çoğunluğa uyarak Resulü terk eder. Ne var ki Allahın sünneti değişmez: Hakkı savunanlar her dönemde azdır, batılın savunucuları ise çoğunluk. Resul ve az sayıdaki takipçileri, fikrî bir mücadele verir ve bu mücadele, toplumu temelden sarsar. Resulün vefatıyla birlikte, onun yetiştirdiği ruh sahibi talebeleri de zamanla bu dünyadan ayrılır. Bu süreçte, münafık ve müşriklerin fitneleri giderek artar. Onlar, uydurdukları hadislerle yeni bir dinî anlayış inşa ederek vahyi ya unuttururlar ya da yerine rivayet kültürünü ikame ederler. Vahiyden kopuş, insanların yalnızca zihinsel bir bilgi deposuna dönüşmesine yol açar. Ruhsuz insanlar, Kuranın hakikatlerini anlamaktan uzak, papağan misali tekrarlarla bir gelenek oluştururlar. Bu durum, tarihin ruhsuz, sanal bir düzleme kaymasına neden olur. Artık tarih, sadece kitaplarda yazılı bilgilerden ibarettir. Hakikate şahitlik eden ruh sahipleri olmadığında, yaşananlar yalnızca zihinsel bir bilgi kümesinden öteye geçemez. Şairler, savaşlar, kahramanlıklar Bunların hepsi, şahitlik edilmeyen bir tarihin imgeleridir. Perdenin kapanması, ruh sahibi insanların kalmamasıyla başlar. Hakikate şahitlik edecek bir bilinç olmadığında, tarih bir sanal gerçekliğe dönüşür. Ancak Allahın rahmeti geniştir. O, dilediği zaman bir Resul göndererek uyuyanları uyandırır. Resul, ruh sahiplerini aramaya başlar ve vahyin yeterliliğini yeniden tebliğ eder. Resulün varlığı, hakikatin yeniden canlanması demektir. Vahyin yeterliliğini anlayan ruh sahibi insanlar, Resule tâbi olur ve hakikate şahitlik eder. Ayetler, onların iç dünyasında tecelli eder. Resulü tanımak, onun fiilinden ve söyleminden hakikati görmekle mümkündür. Ruh sahibi olmayanlar ise Resulü anlamaz, görmez ve işitmezler. Onlar, birer robot gibi yalnızca ezberlediklerini tekrar eder. Ruh, aklı; akıl ise imanı doğurur. İman, bir insanın hakikati görmesini, vahyin ışığında doğruyu seçmesini sağlar. Ancak ruhsuz bir insan, yalnızca dış dünyanın bir yansımasıdır. Kendi iradesi ve bilinci olmadığı için, müşriklerin ve münafıkların yanlış yönlendirmelerine kolayca kapılır. Bu insanlar, kendileriyle birlikte diğer insanları da sapkınlığa sürükler. Ruh sahibi olmayanlar, Kuranın hakikatlerini kavrayamaz. Onlar, vahyin yerine geçen rivayetleri dinler ve müşriklerin sahte din anlayışını savunur. Neml Suresindeki şu ayet, ruhsuz insanların durumunu açıkça ifade eder: "Çünkü gerçekten sen, ölülere dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin. Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere dinletebilirsin, işte müslüman olanlar bunlardır." Her dönemde, ruh sahibi az da olsa hakikati savunmuştur. Ancak ruhsuz insanların hakim olduğu dönemlerde, tarih sanal bir perdeye dönüşmüştür. Hakiki tarih, ancak ruh sahiplerinin varlığıyla mümkündür. Ruh sahibi insanlar, Resulün tebliğine şahitlik eder ve onun mesajını yaşatır. Bugün, ruh sahibi insanların en büyük görevi, vahyin yeterliliğini savunmak, gelenekçi ve sapkın anlayışlara karşı Kuranın hakikatlerini tebliğ etmektir. Çünkü ruh sahibi bir insan, yalnızca gören ve işiten bir bilinç değil, aynı zamanda hakikatin bir savunucusudur. Resulün mesajı, onların içinde tecelli eder ve bu tecelli, hakiki tarihin yeniden başlamasına vesile olur.

Başa Dön