Refik Halidin Ahmed Midhat Efendisi

Felâtun Bey ile Rakım Efendide, Rakım Efendiyi, onun değerlerini, yaşama biçimini savunduğu için bağnaz bir Doğu yanlısı sayılmış Ahmed Midhat Efendi. Hatta Tanpınar, Ahmed Midhata bildiğin mesafeli duruyor. Eserden yola çıkarak, edebiyatımızın ilköğretmeninin hayata dar bir perspektiften baktığını ileri sürüyor.

yazı resimYZ

Felâtun Bey ile Rakım Efendide, Rakım Efendiyi, onun değerlerini, yaşama biçimini savunduğu için bağnaz bir Doğu yanlısı sayılmış Ahmed Midhat Efendi. Hatta Tanpınar, Ahmed Midhata bildiğin mesafeli duruyor. Eserden yola çıkarak, edebiyatımızın ilköğretmeninin hayata dar bir perspektiften baktığını ileri sürüyor.

Refik Halidin 1939da yazdığı bir yazı var, o yazıda Sürgün romancısı bu soy görüşlerin, değerlendirişlerin çok uzağında, belki de tam karşısında bir değerlendirmeyi yeğlemiş. Yenilerde, Edebiyatı Öldüren Rejimde (İnkılap Kitabevi) okudum.

Midhat Efendi diyor Refik Halid, Garp bilgisini ve tarzını, zihni tamtakır millete, öyle bin emek sarfıyla yutturdu; dimağını lezzetli gıdaya, kitap ve gazete yazısına, yeni malumata, tekniğe, asrîliğe alıştırdı.

Sırlarla dolu bir çaba bu. Nezihe Araz beyazcama ne yazık ki aktarılmamış bir senaryosunda sırlardan biri olarak Kırk Ambar yayınlarını işlemişti. Refik Halid de Kırk Ambar serüveni üzerinde ısrarla durmuş.

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı; Ahmed Midhat Efendi her türlü imkânsızlık ortasında, Kırk Ambarla boğuşuyor. Mucizeyi andırır bir emek bu. Kırk Ambarda hikâye, tefrika roman okurla buluşuyor. Okur dediğim, Kırk Ambarın usul usul, kendi başına var ettiği dünyaya açılan tarih ve coğrafya yayını, yeryüzünün geniş bir tanıtımı Midhat Efendi on dokuzuncu yüzyıl Osmanlı insanını yepyeni bir görüngeye alıp götürüyor!

Refik Halid, onun çabasını, Şinasininkiyle karşılaştırıyor. Şinasi ve arkadaşları edebiyatta, gazetecilikte ilk alafranga elbiselerin terzisi, makastarı, ustası imişler. Ama Ahmed Midhat Efendi bu giysilerin pahalıya çıktığını ayırt ediyor. Sonra şu müthiş saptama:

Ahmed Midhat hazır elbiseci dükkânı açtı. Ve ucuz ucuz satarak, yayarak, balya balya her tarafa yollayarak halkın fikr-i terbiyesini giydirip kuşattı, ona Avrupaî şekli ve düşüncesi verdi.

1990larda Türk Romanından Altın Sayfaları yazarken, Ahmed Midhat Efendinin asıl büyük hizmetini, önyargılarım sebebiyle, göremeyenlerdendim. Felâtun Beyin epey hırpalanmış olmasına, için için kızanlardandım. 2000lerde, bu seçkinin yeni basımında, bir dostum, Keşke Ahmed Midhatı bu kadar kısa geçmeseydin Yuşa demişti. Haklıydı. Bu uyarının etkisi altında, Ahmed Midhatın eseriyle nice zaman didişip durdum.

Romanı kesip araya girişler, meddah hikâyesini andırır konuşmalar, konu dışına çıkıp ahlâk dersi verişler, yersiz entrikalarla okur merakını kabartışlar, bütün bunlar yine tuhafıma gidiyordu ama; coşkun ilköğretmenin okur kazanmak kaygısını artık alımlıyordum

Derken Müşâhedatı hatırladım. 2000li yıllarda, usta Behçet Necatigilin sadeleştirmesinden okumuştum bu romanı. Sadeleştirme yıllar yılı yayınlanmadı. Müşâhedat imparatorluğun dağılış döneminde birleştirici olmak ereğiyle yazılmış bir roman. Hiç sıkılmadan okuduğumu da hatırlıyorum. Teknik kusurları var mıydı, yok muydu, unutmuşum.

Gerçi, bu teknik kusurlar için de Refik Halidin çok önemli bir değerlendirişi söz konusu. Hüseyin Rahmiden yola çıkarak dile getiriyor:

Şu var ki teknik kusuru, daha doğrusu iptidaîliği bu romanlara (Hüseyin Rahminin romanları, Sİ) büsbütün yerli bir mahiyet vermekte, âdeta yakışmaktadır. Mütekâmil bir teknik ve âlî bir üslûp yerine hoş bir dağınıklık ve bir lâûbalilik o tiplere, dekorlara o kadar uygun düşüyor ki başka türlüsünü yadırgayacağımıza, züppelik sayacağımıza hükmedeceğimiz geliyor.

Ancak usta bir romancıya, bir anlatış ustasına yaraşır bir değerlendiriş. Romancı sezgisinin zaferi. Keşke araştırmacılar, eleştirmenler de geçmişte okusaydılar.

Bana öyle geliyor ki, dünkü edebiyat insanlarımızın emeklerine, hem de tek tek, yeniden eğilmek zorundayız.

Kalın sağlıcakla..

Yorumlar

Başa Dön