Rabıta ve İslam'da Tasavvuf

İslam'ın erken dönemi ve sahabe döneminde, tasavvufun erken formlarında ve rabıta uygulamalarında herhangi bir iz bulunmamaktadır. Bu dönemlerde, müslümanlar, doğrudan Allaha ibadet etmeye ve Kur'an'a uygun yaşamaya odaklanmışlardır. Nebimiz Muhammed İslamı öğretmiş, ümmetini Allaha kul olmaya çağırmış ve hiçbir zaman kendi şahsını özel bir ibadet odağı haline getirmemiştir. Dolayısıyla, İslamda "şeyh" ya da "rabıta" kavramı, erken dönemde yerleşmiş bir uygulama değildir.

yazı resimYZ

İslam'ın erken dönemi ve sahabe döneminde, tasavvufun erken formlarında ve rabıta uygulamalarında herhangi bir iz bulunmamaktadır. Bu dönemlerde, müslümanlar, doğrudan Allaha ibadet etmeye ve Kur'an'a uygun yaşamaya odaklanmışlardır. Nebimiz Muhammed İslamı öğretmiş, ümmetini Allaha kul olmaya çağırmış ve hiçbir zaman kendi şahsını özel bir ibadet odağı haline getirmemiştir. Dolayısıyla, İslamda "şeyh" ya da "rabıta" kavramı, erken dönemde yerleşmiş bir uygulama değildir.
Rabıta, daha çok 11. yüzyıldan sonra İslam dünyasında özellikle tasavvufun gelişmesiyle yaygınlaşmaya başlamıştır. Tasavvuf, içsel bir arınma ve Allaha yaklaşma yolu olarak kabul edilmiştir. Ancak, tasavvufun bu şekli, zamanla sistematik hale gelerek tarikatlarda uygulamalı bir öğreti haline gelmiştir. Melamiye, Kadiriye ve Nakşibendiye gibi tarikatlar, müridlerine rabıta uygulamasını öğreterek, bu uygulamanın kabul görmesini sağlamışlardır.
Rabıta, müridin şeyhine olan manevi bağını kuvvetlendirme amacı taşıdığı iddiasıyla ortaya çıkmış, müridin kalbinin ve ibadetinin, şeyhine yönlendirilmesine dayalı bir uygulamadır. Ancak burada önemli bir nokta, müridin kalbinin ve ibadetinin Allaha değil, şeyhine yönlendirilmesidir. Müridin, şeyhine olan bağlılığı zamanla o kadar artmıştır ki, bu bağlılık bazen bir tür köleliğe dönüşebilir. Bu tür bir bağlılık, müridi manevi bir hipnoz durumuna sokarak, farkında olmadan şeyhine kul olmasına yol açabilmektedir. Bu düşünceye karşılık İslam, kullukta yalnızca Allah'a ibadet edilmesini emretmiştir. İslamın temel öğretisi, sadece Allaha yönelmek ve onun emirlerine uygun bir yaşam sürmektir. Kuran-ı Kerimde birçok ayet, Allaha kul olmanın gerekliliğini vurgulamaktadır:
"O halde sadece Allaha ibadet et ve sadece ona kulluk et." (Zumar, 39:11)
"Ve Rabbine ibadet et, ona hiçbir şeyi ortak koşma." (İbrahim, 14:36)
"Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileriz." (Fatiha, 1:5)
Rabıta uygulaması, müridin kalbini şeyhine yönlendiren bir ibadet şekli olduğu için, bu tür bir uygulama İslamın temel öğretileriyle çelişmektedir. Rabıta uygulaması, zamanla batıl bir şirke dönüşmüş ve müridlerin şeyhlerine olan bağlılıkları, Allaha olan kulluklarının önüne geçmiştir. İslamda en yüksek mertebe, Allaha kulluk ve onun rızasını kazanmak olarak belirlenmiştir.
Tasavvuf ve tarikatlar, özellikle Melamiye, Kadiriye ve Nakşibendiye gibi tarikatlarda, rabıta gibi uygulamalar, müridlerin manevi yükselişi için önemli araçlar olarak benimsenmiş olsa da, bu uygulamaların İslamın saf öğretilerine aykırıdır. Şeyhler, müridlerine Allaha daha yakın olabilmeleri için bir yol gösterici olmayı iddia etmişlerdir. Ancak Kuranda, yalnızca Allahın hidayet vereceği ve her müminin doğrudan Allaha yönelmesi gerektiği öğretilmiştir.
Rabıta uygulaması müridin psikolojik sağlığını olumsuz yönde etkileyebilir. Bu uygulama, müridin kalbinin ve ibadetinin şeyhine yönlendirilmesine dayanırken, bu tür bir manevi bağın aşırı derecede güçlenmesi, müridi duygusal ve psikolojik olarak bağımlı hale getirebilir. Bu bağımlılık, müridin özgür iradesini ve kararlarını etkileyebilir, çünkü kişi artık kendi içsel gücünü ve akıl sağlığını değil, şeyhin yönlendirmelerini takip etmeye odaklanır. Ayrıca, rabıta uygulaması, müridin kendisini manevi bir hipnoz halinde hissetmesine yol açabilir. Şeyh ile olan güçlü manevi bağ, müridi onun emirlerine ve öğretilerine körü körüne bağlamaya zorlayabilir. Bu durum, müridin kendine güvenini ve özgüvenini kaybetmesine, sürekli olarak dışarıdan yönlendirilme ihtiyacı duymasına neden olabilir.
Müridin kalbinin şeyhine yönlendirilmesi, onun kendi içsel dünyasını ve Allah ile olan doğrudan bağını zayıflatabilir. Mürid, zamanla şeyhine olan bağlılığını o kadar derinleştirebilir ki, kendisini manevi olarak "şeyhine kul" olarak görmeye başlayabilir. Bu da kişide psikolojik bir tıkanma ve içsel boşluk oluşturabilir, çünkü kişi kendi manevi yolculuğunda, aslında sadece Allaha yönelmek ve Ona ibadet etmek yerine, şeyhinin rehberliğine bağımlı hale gelir.
Sonuç olarak, rabıta uygulaması, tasavvufun gelişmesiyle İslam'a sonradan dahil olan bir uygulamadır. Bu uygulama, zamanla müridlerin kalbinin şeyhine yönlendirilmesine ve bazen de bir tür manevi kölelik haline gelmesine yol açmıştır. Ancak İslamın temel öğretilerinde, sadece Allaha kul olma, Ona yönelme ve Onun emirlerine uygun yaşama vurgusu yapılmaktadır. Bu bağlamda, rabıta uygulaması, İslamın özündeki kulluk anlayışıyla çelişen bir geleneksel hipnoz olarak değerlendirilebilir. Ayrıca rabıta uygulamasının psikolojik zararları, müridin özgür iradesinin ve manevi sağlığının zayıflamasına, psikolojik bağımlılığa ve şeyhin gölgesinde bir yaşam sürmeye neden olabilir. Bu tür bir manevi hipnoz, kişilerin içsel güçlerinden ve doğrudan Allaha yönelme amacından uzaklaşmalarına yol açabilir.

Başa Dön