Bizim torun hastalandı geçenlerde. Üstelik Mudurnu dışındayız. Güya dost ziyaretine gittik, hastenede gün geçirdik. Çocuğun ateşi yaklaştı kırk'a. Yemek yemiyor, rengi mum gibi oldu. Zayıfladı iki günde, kuş kadar kaldı. Zaten canı ceresi yok. " Şişman incelinceye kadar zayıf koparmış." hesabı, çocuk kürdana döndü iki günde. Gözler, sanki kan çanağı. Yavrucak titriyor zangır zangır, öksürük de çabası. Bizi aldı bir telâş. Rahatsızlığının ikinci gününde götürdük hastaneye. Üstelik, günlerden pazar. Nöbetçi doktoru arar buluruz artık kibrit kutusu kadar hastanede. Adı hastane ama bakmayın adının “ hastane” olduğuna.
Nöbetçi doktor muayene etti, reçeteye birşeyler çiziktirdi. Başını hiç yerden kaldırmadığı için, yüzünü hatırlamıyorum. Sokakta görsem, tanımam. Hiç gözgöze gelemedik, iki lâf etmedik kendisiyle.
Nesi var bu çocuğun diye sormadı, biz de o sormadan söyleyemedik. Ben zaten çok korkarım – genelde- doktorlardan. Özel gidince korkmam da, nedense hastanede ödüm patlar onlardan. Muayene bitti. Başka hasta görünmüyor ortalıkta. Pazar günü hasta mı olunur ? Ya da hastaneye mi gelinir ? Ama biz geldik. Ne garip bir durum.
Biz çocuğu giydirmeye çalışırken, baktık nöbetçi doktor kaybolmuş. Allahallah ! Nereye gitti sevgili doktorumuz ? Hasta yakını olarak bize söyleyeceği hiçbir şey yok demek ki. Ya da nedir çocuğumuzun derdi, bilmemiz gerekmiyor anlaşılan.
Ateşi kaç derece acaba ? ( Bizi niye ilgilendiriyorsa. )
Ciğerlerini dinledi uzun uzun, bronşit olmasın ! ( Olur olur, bronşit olanların canı yok mu? )
Şehir suyu sağlıksız diyorlar orda burda, sudan mikrop kapmış olmasın ? ( Doktor ne yapsın sular sağlıksızsa ? Su şebekesinden doktor mu sorumlu ? Ben de saçmalıyorum işte.)
Derken, hemşire hanım reçeteyi elimize tutuşturdu yüzümüze bakmadan. İki ilâç yazmış doktor. İnşallah antibiyotik değildir diye düşünüyoruz . Çünkü, daha çok yakında kullanmıştık. Tekrar tekrar kullanmanın zararlı olduğunu, bir başka doktorun bilgilendirmesinden dolayı biliyoruz. Leblebi değil ki bu, ilâç. Tarhana çorbası gibi zırt- pırt içilemez ki. O nedenle mutlaka öğrenmemiz gerekiyor, reçetedeki ilâç antibiotik mi, değil mi ?
Baktık reçeteye, okuyamadık ilâçların adlarını. Malum, doktor yazısı. Antibiyotik mi verdi, ateş dürücü şurup mu verdi ; öğrenmek istiyoruz. ( Oysa ki böyle bir hakkımız yok .) Sorduk hemşire hanıma, parmağımızı reçetedeki ilâcın üzerine bastırarak:
- Ne bu ?
Dişlerinin arasından yanıtladı:
- İlâaaaç. ( Hani biz, acaba karpuz falan mı demiştik.)
Usulca konuştum:
- Ne bu ?
Kızar gibi:
- Şurup şurup. ( Hoşaf olmayacağını biliyoruz zaten.)
Korkarak sorduk:
- Ne için bu ?
Kızar gibi konuştu ve torunu gösterdi:
- Çocuk için. ( Muayene olan ben olmadığıma göre, elbette çocuk için.)
Kös kös çıktık hastaneden. Bir pazar günü hastane görevlilerini rahatsız ettiğimiz için çok utandık.
Biraz büyüsün, öğreteceğim torunuma:
“ Bak oğlum. Sen sen ol, hafta sonu bir daha hasta olma. Haftanın diğer günleri çuvala mı girdi ! “
Sevgili okurlar, size de bir diyeceğim var:
Gülmesini bilmiyorsanız, dükkân açmayacaksınız.
Ya da:
Nefesinize güvenmiyorsanız borazancıbaşı olmayacaksınız.
O kadar !
Kâmuran ESEN