Ölmüş Duygularla Bir Yaşam Kesiti

Hiç çileden çıkıpta, insanlara bir an için saldırma fikrine kapılmadın mı yani???

yazı resim

Karanlık gecenin, aydınlık yüzünü arayan bir deli geçiyordu sokaktan. Işıklarıyla gündüzü aratmayan caddeye geçti. Boş gözlerle bakarken etrafındaki garipliklere, bir taşa çarpıp tökezleyiverdi. Düşmemek için, ani bir refleksle, yanından geçen bir kadına tutunmaya cesaret etti ki; bir anda haykırdı kadın ve iğrenç bakışlarla hakaretler yağdırmaya başladı. Deli, bir kez daha anladı ki; tüm yaratıklar ölmeliydi. Cezaevinden kaçtığı ilk gün, boynunu bir camla kestiği kadın geldi gözünün önüne. Bir an orada kimse olmasa, içinde bu kadını da çiğ çiğ yeme hissi uyandı..
Gözlerini açtığında, bir caminin arka kapısının dibinde, üşüdüğünü hissetti uyuşmuş bedeni. Pis vücudunu, sürünürcesine yerden kaldırıp ağır, aksak adımlarla amaçsızca yürümeye başladı. Acaba ne yöne gitmeliydi? Ne yapmalı; kinini, nefretini bugün nasıl boşaltmalı bilmiyordu. Hiçbir şeyden zevk almamıştı. Yoğun sevgi, agucuk bugucuklar ruhunu daraltıyor, ailesinin sevgi çemberi boğuyordu. Izdırap, hüzün, sadizim karışımı bir hayat anlayışı yaşıyordu ufak -dev- beyninde. Çocuk duyguları nasıl olmuştu da, vahşeti özlemle arar olmuştu bilmiyordu. Henüz on iki yaşındaydı; yediği önünde yemediği ardında yuvasından kaçtığında. Sürekli hatırına gelen bir sahne vardı. Babasının, annesine bir hediye paketiyle gelmesinden sonraki garip uykuları. Acaba onlar, uyurgezer misali birer hasta mıydılar;bir anlam veremiyordu buna. Annesi garip çığlıklar atarken (acıdan olduğunu düşündürüyordu), babası “hadi kısrağım benim” nidaları savuruyordu. Onlar kabuslu geceler geçiriyor, sabah kahvaltısında ise öpüşüp koklaşıyorlardı. Neydi bunların rahatsızlığı???
Hem yürüyüp hem bunları düşünürken,yolunun yok olduğunu ve insanların olmadığı bir düzlüğe çıktığını fark etti. Yemyeşil bir alandı burası. Demek ki bilinçsizce bir halı sahaya gelmişti. Babası onu bir kulübe üye yazdırmıştı; “topçu olacak oğlum” diyordu hep. O ise toplardan nefret ediyordu. Aptal herifler, kısacık şortlarla, saçma bir amaç için koşturup duruyorlardı. İlerlerken bir piknik masasının üstüne devrildi; “hayret, top sahasında piknik yapıyorlar” dedi içinden. Bir genç yaklaştı yanına, kolundan kaldırıp; “hasta mısınız?” diye sordu, sıcak ses tonuyla. Hışımla elinden kurtulup koşmaya başladı deli. Aslında piknik alanında olduğunu yeni algılayabilmişti. Burada da insanlar vardı. Onlardan kurtulmanın yolu yoktu, nereye gitse her yerdeydiler. Buna alışamamak ürkütüyordu O’nu. Hepsini yok etmenin bir yolu olsa hiç beklemeyecekti aslında. Teker teker uğraşmak, uygun zamanı kollamak yorucu geliyordu.
İki şerit halinde uzanan boş caddeye çıktığında aklına annesi geldi. Saçlarını düşündü. Uzun, düz, mavi siyahtılar, bu cadde gibi. Aslına bakılırsa severdi onu. Her gün kremlediği yumuşacık ellerini, kendi uzun, kıvırcık saçları içinde gezdirmesini sever, hoşuna giderdi. Ellerini bilinçsizce başına götürdü. Boştu kafası; kele yakın, kısacıktı. Annesi oğlunun sahne adamı olacağını söylerdi yanındaki kikirik kadınlara. Uçarcasına dans edip ülke ülke nam salacağını anlatırken gerçekmiş gibi heyecanlanırdı. Annesinin bu görüntüsünden hep tiksinmişti ama. Neye benzediğini, ne olacağını düşünmek bile aptalca geliyordu.Bunun üstüne, ailedeki herkes ona bir isim takmış, garip sesler çıkartarak çağırıyorlardı.
Arkadan gelen korna sesiyle irkilip kenara çekildi. Yoksa çekilmese miydi? Yada yetişip arabanın camını, kapısını mı kırmalıydı? Oysa araba, dar yolda çoktan gözden kayboldu. Birden susadığını fark etti. Nedense açlık hissetmiyordu, tek istediği bir yudum su. Arkasına dönüp piknik alanına baktı, çok uzaktaydı artık. Yürümeye devam ederken halasının kızını hatırlayıverdi. Her susadığında nasıl da koşar getirirdi önüne. Ne şirin kızdı o. Kumral lüle saçları, bal sarısı gözleriyle, o çocukça aklına neler getiriyordu öyle. Bir yaz çiftlik evindeyken, beraber ahıra gidip atları seyretmişler ve onlara özenmişlerdi. Pek beceriksizce ama hoşlarına giden bir ilk deneme olmuştu ikisi için de. Yalnız garip olan bir şey vardı. Bu kız annesi gibi o garip çığlıkları atmıyordu.Oysa kendisi, babası gibi nidalar savurmuştu. Demek ki onlar asıl düşündüğü şeyi yapmıyorlardı. Gerçekten hastaydılar ve kabus görüyorlardı. Evet, şimdi bunu daha iyi anlıyordu.
Çok susamıştı. Artık bir yolunu bulup susuzluğunu dindirmeliydi. Sonra da öfkesini, nefretini…dindirecek bir kurban bulmayı planladı. Adımlarını hızlandırdı ve sekerek, bilinçsizce(!), bilinmeyene doğru yol aldı.

Başa Dön