Eğer gidişinin bahanesine sığınıp dönmeyeceksen
meramını anlatamamış bu bedeviye tek bir şans ver
çünkü denizin bu işte ahı martıların alacağı
dahası çürümüş cesetlerin üzerinde biten ayrık otları gibi
aylardır yolup yolup yol kenarına atmaya çalıştığın
ve sol mememin altında senin için sakladığım çiçekler var
susuzluktan değilse de yalnızlıktan kurumasınlar
evler değişiyor sen gittin sanıyorsun kimden kime
malum en çok yollar aldatıyor sevdalıları bakıyorlar avuçları boş
oysa aynı gökyüzü aynı hava kurumuş otlar
nasibe bakmalı insan aşk bahanesiz olmalı hadisesiz olmalı
gördüydün görmediydin ne çıkar söyledim sana benden haberin var
hani teknede üç kişi inadına kızılcık şarabı içiriyorlardı da
hayat bindikçe omuzlarına biri bütün rüzgarlar gençtir demişti
hasret aynı tavan arası loşluğunda ayrı çatılı evlerin
ahşap gıcırtılarından ürktüğün gecelerde vuracak yüreğini
kapı aralığından sofaya doğru ilerleyen yol kurtuluşun olacak
ikinci en çok bunu seveceksin birincisi illaki yüreğinde
sanacaksın ki hep oradan ben girivereceğim içeri
oysa uzaklığı düşündüğünde kırılır ceviz ağacının dalları
git artık zapt edilmiş kalelerin zapt edilememiş kadını
ne çok biriktirmişim senden aldıklarımı satmak lazımmış
bunca yazarım onca sen varsın içinde hala tükenmemekte ısrarcısın
düşünüyor da her kelime sonrası bir başka hikayeye uzanıyorum
eski sandık cilalı cumbalı evler çocukluğun kör kirpisine inat
genç kızlığına inkarcı bakan bütün o allı güllü macunları
silip attım artık hafızamdan varını da yoğunu da sen dinlemedim san
şimdi cancağızım içime sinmeyen bir veda ile bu cehennem sıcaklarında
istikbale dair inatla tutunduğum masum aşkımız ile o muhteşem gülüşün var