Mevsim Gülbahar - (2. Bölüm/31... )

Halil Kaya, üniversite kampusunun nizamiyesinden çıkarak otobüs durağına doğru geldi. Çok moralsiz görünmekteydi. Sinirli hareketlerle boynundaki kravatı söktü, avuçlarında buruşturup yanından geçmekte olduğu çöp bidonuna fırlattı.

yazı resim

Halil Kaya, üniversite kampusunun nizamiyesinden çıkarak otobüs durağına doğru geldi. Çok moralsiz görünmekteydi. Sinirli hareketlerle boynundaki kravatı söktü, avuçlarında buruşturup yanından geçmekte olduğu çöp bidonuna fırlattı. Otobüs durağına doğru yaklaştı. Birden, kravatın babasına ait olduğunu hatırlayarak durdu, geri döndü, çöp bidonunun yanına varıp attığı kravatı geri aldı, düzelterek, katlayarak ceketinin cebine soktu, durağa doğru yeniden yürüdü. Tam o arada Halk Otobüsü yanından geçerek otobüs durağında durdu. Halil Kaya, ona binmek için koşmaya başladı. Otobüs duraktan iki yolcuyu aldı, hareket etti. Halil Kaya, arkasından bağırmaya başladı. “Hooop!… Duur!…” Otobüs durmadan hızla uzaklaştı. Halil Kaya, arkasından bakakaldı.
Durağa iki erkek öğrenci geldi, biraz dikilip kendi aralarında konuştular. “Otobüs kaçtı. Onbeş dakika bekleyecek miyiz şimdi?”
“Ne lüzum var? On dakka yürüdük mü, varırız çarşıya…” Sonra, oyalanmadan yürüyerek uzaklaştılar.
Halil Kaya da onlar gibi yürüyerek gitmeye karar verdi..
*
Halil Kaya cadde boyunca elleri cebinde, başı eğik, sıkıntılı yürüyerek geldiği bir birahanenin önünde az durakladıktan sora, karar vermiş gibi, kapısından içeri daldı.
Loş birahanede bir-iki masada birer ikişer kişi bira içmekteydiler. Halil Kaya içeri girdikten sonra en dipteki masaya gitti, oturdu.
Garson tezgahının arkasından çıkarak onun yanına gidip, kaba bir ses tonuyla; “Bira mı?” diye sordu.
“Yok. Yarım şişe rakı ile bir yoğurt getir!” Elleriyle başını sıkarak yüzünü acı çeker gibi gerdi.
Siparişi alan garson gitti.
*
Cezaevinde Paşa, Bora’nın omzuna temas ederek, “Gel, gidip çay içelim!” dedi.
“İçelim…”
Birlikte koğuştan çıktılar.
Çay ocağında beş altı küçük masa vardı ve masalar genelde doluydu. Masalardan birisinde oturan derli toplu bir adamın yanına gittiler.
Paşa adamı selamlayarak, “Hayırlı akşamlar ola mühendis bey!” dedi.
Adam, onarı nezaketle karşıladı. “Merhaba!Hoş Geldiniz!” Tereddütlü davranan Bora’ya oturması için yer gösterdi. “Buyurun, buyurun, oturun lütfen!”
Paşa, adamı Bora’ya tanıttı. “Muhsin abi mühendistir. Onun da, senin gibi, siyasi faaliyetlerle işi olmazmış, ama siyasi hükümlüdür kendisi.”
“Sağlık olsun… ” Adam, Bora’ya “geçmiş olsun!” diledi.
“Sağ olun, size de…”
Köşe masada oturan iki kişi, aralarında tartışmaktaydılar. İrikıyım olanı, ötekini bir şey için ikaz etmekteydi. Bora, merakını gidermek için onları seyrederek kulak kesildi.
İrikıyım olan, “İkide bir şu dilini şaklatıp durma be birader! Kopartacağım dilini, bak…” diyordu.
Çiroz olan da, “Ne yapayım… Dişimin arasında bir şey sıkışmış, çıkartmaya uğraşıyorum,” diyerek arkadaşına itiraz ediyordu.
“Dilinle diş arasındaki kırıntıları temizlemek şart mı? Gir lavaboya, çalkala ağzını, ya da kürdan bul… Ne bileyim… O sesi çıkartma da ne yaparsan yap! Gıcık oluyorum…”
“Tamam, tamam!”
Orada bulunan diğer mahkumlardan Bora’ya laf atanlar oldu.
“ Geçmiş olsun, birader!”
“ Allah kurtarsın!”
Bora, hepsine ayrı ayrı, “sağ olun!” diye karılık verdi.
Paşa, onun kulağına eğilerek, “Şu köşedekiler getirip çay ikram ettikleri zaman ayak parası isteyeceklerdir. Tepki vermeye kalkışma, olur mu? Bir iki lira ile savuştururum ben,” dedi.
Bora da Paşa’nın kulağına fısıldayarak, “ Haraç mı? Niye veriyoruz ki?” diye sordu. Konuşmalarını fısıltıyla sürdürdüler.
“Burada ki usul gereği, bu tipler ikram ettikleri çayın karşılığı haraç toplarlar. Hep böyle yapılır, yeni gelenlerden, ikram edilen bir çaya karşılık bir ayak bastı parası alınır…”
“Allah Allah! Verme sen de! Dağ başı mı burası?”
Muhsin, onların lafına karışarak, “Vermezsen psikopatlık yapıp dururlar. Her karşılaştığında kapışıp durmaktansa, vermek en iyisidir,” dedi.
Paşa, “ben hallederim, bana bırak sen,” deyince Bora, sen bilirsin diye başını salladı.
Çiroz, doğruca çay ocağına giderek, Çay ocağı görevlisinin hazırladığı çayları bir tepsiye koydu, getirip masada servis etti.
“Allah kurtarsın birader!”
Bora, soğuk mimiklerle başını sallamakla yetindi.
Paşa, önceden hazırladığı kağıt parayı adamın avucuna sıkıştırdı.
Çiroz, Bora’dan da para beklentisi içinde, yeniden, “Allah kurtarsın delikanlı!” dedi.
Bora, dalga geçerek, “Seni de!” dedi.
Paşa, Çiroz’a verdiği parayı işaret ederek, “O para, onun içindi,” dedi.
Çiroz, elindeki parayı şöyle bir inceleyip azımsayarak, “Bilirsin hocam, her koyun kendi bacağından asılır buralarda!” dedi.
Bora, aniden sinirlenerek, ani bir refleksle adamın elinde tuttuğu parayı kaptı, gerisin geriye uzattı adama. “Al bunu! Bu sana benim sadakam!”
Çiroz, parayı aldı, Bora’ya ben sana sorarım der gibi bakarak oradan ayrıldı. “Allah kurtarsın!”
Arkadaşının yanına döndü. İki arkadaş köşedeki masalarında bir şeyler fısıldayarak ters ters bakamaya başladılar.
Paşa, Bora’nın kulağına fısıldayarak, “Karışmayaydın keşke,” ded.
Bora öfkeliydi. “Resmen haraç topluyor adam, yahu!” diye söylendi.
“Boş ver! Burada yaşayacaksan, alışacaksın böyle şeylere… Şimdi, dikkatli olmalısın artık. Bu herifler seni tacize başlayacaklardır.”
“Buranın bir yönetimi yok mu? Onlar müdahale eder herhalde!”
“Etseler de fark etmez. Bunlar bildiğini okurlar gene…”
“Okusunlar da görelim!”
Paşa, hayretle, “Sana ne oldu böyle be kardeşim? Bu sinirleri biz yapardık da, sen müdahale ederdin bize. Amma değişmişsin ha!” diye söylendi.
Çiroz’un ikram ettiği çaylar olduğu gibi önlerinde durmaktaydı. Çay ocağında görevli mahkuma dönen Paşa, gelmesini işaret etti. Adam koşturup geldi.
“Bunlar soğudu, al götür de, taze bir çaydanlık demle bize…”
Çaycı, dolu çay bardaklarını alıp götürdü

Başa Dön