İnsanın dünyayı algılayışı, beyin ve ruh arasındaki derin etkileşimler üzerinden şekillenir. Bilimsel açıdan bakıldığında, beyin, sinir hücreleri ve sinyalleri aracılığıyla çevremizden gelen uyarıları işler. Ancak, bu fizyolojik süreçlerin ötesinde, insanın yaşadığı deneyimler bir başka boyutta, yani ruhsal bir düzeyde de şekillenir. İşte burada, insanın gerçeği algılamasında önemli bir fark ortaya çıkar: Ruh, beynin ötesinde bir varlık olarak, algıların ötesinde bir hakikate ulaşmak için Allahın yarattığı bir araçtır.
Bilimsel bakış açısına göre, gözler dünyayı algılar ve beyin bu görüntüleri işler. Ancak R.L. Gregorynin belirttiği gibi, "Beyinde bir resim oluştuğu söylenirse, bunu görmesi için içte bir göz daha olması gerekir, fakat bu gözün resmini görebilmek için bir göze daha ihtiyaç olacaktır ve bu da sonsuz bir göz ve resim olması anlamına gelir." Bu durum, beynin dışında bir göz ya da bir izleyici varlığın olamayacağını gösterir. Bu açıklama, algının yalnızca bir fiziksel süreç olmadığını, daha derin bir varlık düzeyine işaret ettiğini ortaya koyar.
Görüntüler, insanın ruhunda bir etki bırakır. İnsan, gözleriyle gördüklerini beyninde işler, ancak bu işleme sürecinde, insanın şuurunun da devreye girdiğini göz ardı etmemek gerekir. Şuur, insanın ruhunun dış dünyadaki olayları algılayıp anlamlandırmasını sağlar. Bu da gösteriyor ki, insan sadece fiziksel bir varlık değildir; onun gerçekliği ruhsal bir düzeyde şekillenir. Allahın kudreti, bu dünyayı ruhumuza en doğru şekilde sunar.
Ruh, Allahın yaratmış olduğu ve insanın varlık bilincini taşıyan bir varlıktır. Ruh, fiziksel algılardan bağımsız olarak var olan bir gerçektir. Allahın ruhu yarattığı, insanın her an içsel bir rehber olarak onu yönlendirdiği belirtilmiştir. Ruh, görüntüleri yalnızca izlemekle kalmaz, aynı zamanda bu görüntüler üzerinden insanın hislerini şekillendirir. Bu süreç, insanın hayatını bir izleyici gibi yaşamasına neden olur. Kuranda, Allahın her şeyin yaratıcısı olduğu şu şekilde belirtilir:
"O, gökleri ve yeri yoktan var edendir. O, her şeyin en iyi yaratıcısıdır." (Secde Suresi, 7)
Burada vurgulanan, Allahın mutlak yaratıcılığıdır. Ruh, Allahın kudretiyle şekillenen ve her an varlığını sürdüren bir gerçektir. İnsan bu dünyayı, Allahın iradesiyle görür ve algılar. Görüntüler, Allahın kudretinin ve hikmetinin birer tecellisidir.
İnsan, Allahın yarattığı görüntülerle karşı karşıya kalır. Bu görüntüler, maddenin ötesindeki gerçeklikleri yansıtır. Her şeyin kaynağı ve nedeni Allahtır. Allah, yarattığı bu görüntülerde, insanı sınamak ve ona gerçeği göstermek için bir platform sunar. Bu, aynı zamanda kaderin de bir yansımasıdır. Kader, Allahın ilmi ve kudreti doğrultusunda şekillenir. İnsan, hayatındaki her olayı bir film izler gibi deneyimler. Kader, Allahın mutlak bilgisiyle belirlenir. Kuranda, Allahın her şeyin yaratıcısı ve her an kontrol edicisi olduğu şu şekilde belirtilir:
"Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, kendisinden sonra artık kimse onları tutamaz"(Fatır Suresi, 41)
Bu ayet, Allahın her şeyin anlık yaratıcısı ve kontrol edicisi olduğunu açıkça ifade eder. İnsan, algıladığı her şeyi Allahın yaratmasıyla algılar. Bu yüzden, maddenin gerçekliği yalnızca ruhun algıladığı bir yansıma ve bir ilahi mesajdır.
Allah, insanın kaderini en iyi şekilde belirler. İnsanın yaşamı, tamamen Allahın iradesiyle şekillenir. İnsanın ruhu, bu süreçte kendisine gösterilen görüntüler üzerinden hayatını sürdürür. Kader, Allahın mutlak bilgisinin bir yansımasıdır. Kuranda, kaderin Allahın iradesiyle şekillendiği şu şekilde anlatılır:
"Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz." (İnsan Suresi, 30)
Bu ayet, insanın özgür iradesinin Allahın dilemesi doğrultusunda hareket ettiğini ifade eder. Ruh, bu özgür iradeyi, Allahın planına göre yönlendirir. İnsan, yaşadığı her olayı Allahın belirlediği bir senaryo gibi deneyimler. Kaderin doğru bir şekilde anlaşılması, Allahın varlığını ve kudretini doğru kavrayabilmek için gereklidir.
Son olarak, maddenin gerçek mahiyetini anlayan bir insan, Allahın tevhid ilkesini daha derinlemesine kavrayabilir. Allah, her şeyin yaratıcısı ve her şeyin mutlak sahibidir. Maddenin kendisi, Allahın yarattığı bir görüntüdür. İnsan, maddi dünyayı bir gerçeklik olarak algılayabilir, ancak gerçekte her şey Allahın tecellisidir. (Zatı değildir. ) Bu anlayış, insanı Allaha yakınlaştırır ve Onun kudretinin büyüklüğünü anlamasına yardımcı olur. Kuranda Allahın mutlak varlığı ve kudreti şu şekilde ifade edilmiştir:
"Allah O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur." (Bakara Suresi, 255)
Bu ayet, Allahın mutlak varlığını ve kudretini vurgular. İnsan, bu anlayışa sahip olduğunda, tüm dünyayı Allahın kudretiyle algılar ve Ona olan bağlılığını derinleştirir.
Ruh, algıları hem hisseder hem de anlamlandırır. Maddi dünyadaki her şey, Allahın yarattığı görüntülerden ibarettir. İnsan, bu görüntülerde Allahın kudretini ve hikmetini görür. Kader, Allahın ilmiyle şekillenir ve insan, bu gerçeği doğru bir şekilde kavradığında, hayatının anlamını ve Allaha olan yakınlığını daha iyi anlar. Maddi gerçeklik, bir algıdan başka bir şey değildir; asıl gerçeklik, Allahın mutlak varlığında ve kudretindedir.
Maddenin Gerçek Mahiyeti ve Allah'ın Kudreti
İnsanın dünyayı algılayışı, beyin ve ruh arasındaki derin etkileşimler üzerinden şekillenir. Bilimsel açıdan bakıldığında, beyin, sinir hücreleri ve sinyalleri aracılığıyla çevremizden gelen uyarıları işler. Ancak, bu fizyolojik süreçlerin ötesinde, insanın yaşadığı deneyimler bir başka boyutta, yani ruhsal bir düzeyde de şekillenir. İşte burada, insanın gerçeği algılamasında önemli bir fark ortaya çıkar: Ruh, beynin ötesinde bir varlık olarak, algıların ötesinde bir hakikate ulaşmak için Allahın yarattığı bir araçtır.