Küpeşte

her ne varsa dünyada; bizim içindir, unutma!..

yazı resimYZ

edebiyat yapmak,galiba işsiz güçsüz insanların yaptığı iş... yine de "iş" işte!..işsizliğin işi,can sıkıntısı...hayat denen oyunda yer bulamama ya da bıkmak bu oyundan bir bakıma....bir de hep ebe oluyorsan eğer,kurtulma çabası!.."arayan bulur,kaçacak delik!"

işte bu deliklerden birine sıkışan kalem "gel,tut beni ve kurtar" derse; yapacak bir şey yok; elindedir kabzası!..nişangahında şiirler,öyküler,romanlar,masallar,günceler bekler durur vurulmayı...aslında vurduklarına kendi de inanmadı!..yine de yazıldı sayfalar,kitaplar dolusu...kandırmak için umutsuzları; umut yaratmak için...uçan halılar,iyi-kötü prensler- prensesler,altında yaşanan denizler,keşfedilen gezegenler,kafdağındaki anka!...uçuruma düşen insanı kurtarmak için seferber oldu hepsi...başardılar da!...

hangimiz unuttuk sinderella'yı,pamuk prenses'i,keloğlan'ı; öküze dönmek isteyen kurbağayı!..kurşun asker'le yaşadık belki de ilk aşkları!...ve yandıkça çeliklenen yüreklere sahip olacağımızı...aşk böyleydi demek; bir nevi yürek kapma yarışı!..ne yazık ki,yine başaramadık!.yüreklendikçe yüreksizleştik!..nasıl şeyse(!) aşka ve sevdaya uzanan yolda pürüzler çıktı karşımıza;kalakaldık!..yasaklar,günahlar,töreler duvar ördü önümüze;yüksek ve aşılmaz!...gitgide kalınlaştı üstelik...dünyanın bir yerlerinde "utanç duvarları" yıkılırken,başka yerlerinde, başka duvarlar örüldü penceresiz!..küpeştelere takılı kaldı ellerimiz..oysa,insanı sevmek tanrıyı sevmekti kesinlikle...çünkü insan;tanrının görünen yanınıydı!..o varsa vardı tanrı, yoksa yok...ve herkesin tanrısı farklıydı bana kalırsa...algılayabildiği kadarıyla sahip oluyordu çünkü tanrıya insan!..var olmanın güzelğinde, kutsallığında yaşıyordu üstelik tanrı denilen şeyi..gerisi ölümdü!.

ölümün soğuk yüzünü tanıdık kibritçi kız'la..hayatın derinliğinde karşıladı bizi hüzün denen duygu!..yalnızlığımızla büyüttük onu ve gözyaşımızla besledik iklimler kuşaklar boyu...dünyanın her yerini hurdahaş eden tufanlarla çoğalttık hüznümüzü ve yalnızlığımızı...hani "atı alan,üsküdar'ı geçer" düşüncesine kapılıp görmezliğe geldik fakir-fukara,yoksul yanımızı...örtbas edişli inançlar yüzünden, uzatamadık ellerimizi birbirimize...gitgide büyüdü ve kirlendi ellerimizi sakladığımız ceplerimiz ve gitgide uzadı içine girdiğimiz elbise boyu...çamur toplamaya başladı eteklerimiz...

yapraklar havalandı
renkleri süprüldü çiçeklerin..
atlayamadık
en ufak taşların üstünden
paçamız dolandı,yuvarlandık...

elimizden tutup kaldırmak isteyenler,aslında,sırtımıza basıp ezenlerdi!..
her yanımız acı...
yırtına yırtına genişlettk içine düştüğümüz kör çukuru...

ne güneş ışıkları vurdu yüzümüze
ne de
ay aydınlattı gecelerimizi
karanlığa gömüldük!..
dost bildiklerimiz, düşmanımızmış meğer
anlamadık
ya da
anlamaz gibi göründük.
tevekkül oldu yasamız!..

başımız sıkıştığında yatırlara sürdük alnımızı,fallara inandık,dualara düğümledik umudumuzu,şadırvana astık gözümüzü;ağladık!...ucu işli mendiller ıslandı da ıslandı..ıslandıkça sertleşti, tuzdan ve üzerine yapışan sümükten dolayı...yıkamak,ütülemek aklımıza gelmedi bir türlü!..taşıdık durduk cebimizde onu öylece, kurtlandı!..

oysa,sevgilinin adını işlemiştik ucuna ipek iplerle,tel tel saçlarımızla..kenarını oyalamıştık,ona giden yolları düşünerek...kokumuzu sürmüştük üzerindeki çiçeklere, yar koklasın diye!..ya şimdi!..unuttuk o mendilleri ve aşkı!..ekonomik aşklar aldı şimdi yerini, gerçek aşkların!..öldürdük tarihin kocaman aşklarını ve biz de öldük onlarla birlikte...aşksız kaldık,sevgilisiz kaldık!...oysa aşk,cennetten kurtulan ateşti ve alevlenmek için sol yanımızı seçmişti. en hayati organımızı yani!..damarlarımızın içine sızıp,her hücremize,her organımıza ulaşıyor,bizi ayakta tutan,diri kılan iksir gibi vuruyordu nabzımızda...çok garip ama, biz de bu ateşi cehennem sanıyorduk!..gerçek cehennemin bu dünyada olduğunu söyleyenler,belki de aşk ateşinde yananlardı!..yandıkça kül olanlar,küllerini savurdukça ölümsüzleşen adlara dönenlerdi kimbilir!..şairlerdi,ediplerdi,mucitlerdi,ressamlardı,aktörler ve akristlerdi bunlar...

hangimiz unuttuk gereta garbo'yu,geri grant'ı,rita havırt'ı,sophia loren'i,ayhan ışık'ı,jon vayne'i ve nicelerini...hangimiz alkışlamadık vangoh'u,rodin'i,pikasso'yu,,mikelanj'ı...hangimiz şükretmedik ki edison'a,koh'a,franklin'e,arşimed'e...ayştan'a ve bay bayan küriler'e kızmadık mı, hatta lanet ekmedik mi brav'mın atom bombasını buluşundan sonra...gerçek cehennemi tanımadık mı nagazaki ve hiroşima ateşinde...

kaçıp kurtulmak istedikçe içine düştüğümüz ateşten,yeni ateşlere attık kendimizi...savaş adındaki zehirli çiçeği koklamaya başladık kutsal topraklar'da,afganistan'da,ırak'ta,avrupa'nın ortasında...terör estirdik günahsız ruhları öldürerek..."allah'ın verdiği canı allah alır" inancımızı yaktık milyonlarca can alarak...ve tanrı misillemeye girişti sanki kulları ile...yarattığı tsunamilerle,depremlerle,sel baskınlarıyla yakıp yıkarak...pahalıya ödetti bize öcünü...

sonuçta her çeşit kahraman bizdik
bazen başrol oynadık
bazen olduk figüran

kimisi tuttu çevirdiğimiz filmlerin
kazandık
kimisi tutmadı
kaybettik
kazandıklarımızla yakaladık ışığı
güneş daha bir parlak doğdu sabahları
ve
hüzünle battı akşamları..
bizi terketmek istemiyor gibi geldi çünkü bize..
onun doğuşunu beklerken, umuda dair düşünceler ürettik kendimizce...
yıldızları saydık,kayanında tuttuk dileklerimizi..
düşlere yatırdık hayallerimizi..
yaşamanın güzelliğini resimledik gece denen kara duvara, renkli kalemlerle,silindi..
aşkın gamzeli yüzünü çizdik..
tutkusunda filizledik sabrı,sevgiyi ve özlemi...
ne hal gelirse gelsin başımıza,vazgeçemedik hayat denen kokulu çiçekten..
işte o çiçeğin sararan yapraklarıyla,solan renkleriyle birlikte tükettik ömürleri farkına varmadan...
azrail kapıya geldiğinde bile,doğacak güneşi arıyordu yine gözlerimiz; ne mümkün!..
o yolunaydı,biz yolumuza!...
ne mümkündü,tutmayan filmleri tutulur duruma getirmek!..

işte bu yüzden
kurtlar vadisi'nin aktörlerini,akristlerini hiç sevemedim ben...

Başa Dön