Kumarbazlar

Bizim çevremizde ise kurduğumuz o küçük kumar dünyasında hayatı dağılan insanlar yığılırken, bu yolda heba olurken aramızdan sadece kardeşim bu yolculuğu başarıyordu.Kardeşim insanları bir kitap gibi okuyordu.Yeter ki onu bir kez görsün...Ertesi gün o kişi onun gözünde artık klasik bir eserdi.

yazı resim

Kardeşimin o müthiş yeteğini ilk fark ettiğimiz gündü o gün. Orta ikiye gittiğim yıllarda yaşıtlarımla beraber bir çukurun içinde o kokuyu çekiyorduk. Sıra bende tartışmalarında bez parçası kavgası yaparken tepemize dikilmişti kardeşim. Gülümsüyordu bize. Elinde bir deste oyun kağıdı vardı. Abi oynayalım mı? diye sormuştu. Tiner şişesini bıraktık. Önce kağıtları tanıttı. Bu papaz, şu maça, bu da sinek diyordu. Sonra okul harçlıkları yere serildi. Dört yaş ufak kardeşim, ilkokulda okuyan o küçük kardeşim paralarımızı almıştı. Sonra kazandığı o paraları bizlere geri verdi gülerek. Sonraki günlerde her oyunda kazandı, sonra tekrar geri verdi. Kumara karşı aşırı bir ilgisi sevgisi vardı ama o parayı sevmiyordu. Daha o yaşlardan itibaren kahvehanelere bir fare gibi sızardık. Oyun oynayan gençleri, ihtiyarları izlerdik. Kardeşim adeta kumarın bir misyoneri gibi çalışırdıO gün gelene kadar Monte Carloya özel davet ile çağrılana kadar çalışacaktı. Milyon dolarları okul harçlıklarımız gibi dağıtacaktı.

Ama öncesi vardı bu yolculuğun.Bu yolcukta ilk işimize başladığımız günlerdi... Bir geceyarısı kardeşimle beraber kiralık olarak çalıştırdığımız kahvehanenin kapısı tekmelerle kırıldı. İri yarı adamlar içeri girdi. Otomatik tüfekler, telsizler bir yana, ellerinde ki sopaları bizlere doğrulttular. Bağırdılar, küfürler, haykırışlar birbirine karışmıştı. Önce garson bir yumrukla yere serildi.Burnu kırılmıştı. Masalar sandalyeler de sağa sola saçıldı, yere devrildi. Sonra bizleri duvara dizdiler. Tekme tokat vurdular tüm oyunculara. Hiç tanımadığımız, bilmediğimiz yeni bir sivil polis
yapılanmasıydı.Meşhur adı ile İnfaz bürosu karşımızdaydı..

Sakallı olan hayvani tip bağırıyordu.Bizden yol almadan, haber vermeden kafanıza göre kumar yapıyorsunuz hee orospu çocukları, kim ulan o mekancı? diye haykırıyordu. Kardeşim ile göz göze geldik. İkimizin de cesareti sıfıra düşmüştü. Benim dedi kardeşim. Suratına, karnına inen yumruklar, tekmelerle onu da yere serdiler. Cebinizdeki bütün paraları masaya koyun ulan ibneler diyordu amirleri. Masanın üstü para doldu. Hepsini toparlayıp ceplerine koydular. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi çekip gittiler. Müşteriler, ben ve kardeşim şok geçirmiştik. Bizi soymuşlardı. Kimi kime şikayet edecektik. Ama karakol polislerinin artık bir tavşan olduklarını hissetmiştik.

Bu gelen adamlar bizim yolculuğumuzda arka koltuğumuzda sürekli oturacaktı. Üstelik kazandığımızı onlarla paylaşacaktık. Aylar sonra yine bir geceyarısı karakolun ekip otosuna haftalığını verirken ekip şefi beni ikaz etti: Şu ilerde park etmiş minibüsü tanıyor musun? diye sormuştu. Baktım paltolu, bıyıklı bir adam tek başına şoför koltuğunda oturmuş bize bakıyordu. Bugün Perşembe pazarı biliyorsun Veysi abi, pazarcıların arabasıdır demiştim. Aman dikkat edin diyordu giderken. Onu bir daha göremeyecektim. İki gün sonra aynı ekibin içinde yine kahveleri dolaşırken Dev Sol militanlarının kalaşnikof mermilerine hedef oldu. Tekrar içeri masaya döndüğümde oyun da bir hayli coşmuştu. Kardeşim monoları toplarken yine gülümsüyordu. Topladıklarını yine dağıtıyordu. Minibüste gördüğüm o adam birden içeri girdi. Kardeş tuvalet neresi? diyordu. Ocağın yanındaki kapı dedik.

Tuvaletten çıktıktan sonra yanımızdan geçerken bir anda tüm hızıyla masanın üstünde duran paralara elini dayadı. Kumar masası lan herkes kimlikleri çıkarsın, ayağa kalkın, duvara yaslanın hadi duvara diye bağırıyordu. Aynı anda sekiz on kişi içeri girdi. Elinde telsizi olan uzun boylu esmer, bıyıklı, paltolu bir adam önlerindeydi. Kim ulan mekancı? sorusu yine geldi. Kardeşimle yine göz göze geldik. Ben deme sırası bendeydi. Az önce o ekiptekilere ne kadar para verdin söyle diyordu. Sustum. Bizi görmüşlerdi. Ne diyecektim ona? Bu alemin o sessiz yasası ağzımdan çıkıyordu. Bir şey vermedim abi dedim. Yanıma geldi. Bir tokat salladı suratıma. Ben gördüm verdiğini söyle diyordu. Fiş verdim, vergi iadesi için. Ara sıra biriktirdiğim fişleri veriyorum dedim. Doğru söyle bana diye bağırırken bir tokat daha salladı. Fiş verdim abi dedim yeniden. Doğru söyle bana, şubeye gittiğimizde astığımda seni tavana doğruyu söylersin diyordu. Fiş verdim dedim tekrar. Kardeşim, oyuncular, diğer polisler sanki bir film sahnesini izliyordu. Nerelisin? diye sordu. Malatyalı olduğumu söyledim. Kısa bir sessizlik oldu. Polisler ona bakıyordu bizi götürmek için. Beni tanıyor musun? diye sordu. Yok abi tanımıyorum diye cevapladım. Adım Celal Zengin dedi. Sonra adamlarına emir verdi. Tamam bırakın onları, kimliklerini paralarını geri verin diyordu. Sonra da geldikleri gibi gittiler. Her gün gazetelerde okuduğumuz o adamdı. İstanbul kumarhanelerini alt üst eden, kapılarını balyozlarla kırıp açan, kumar ahlak masasının amiriydi o adam.Balyoz Ekibin bizi onore ettiği geceydi. Bizleri azat etmişti. O da Malatyalıydı. Ama asıl olan neden ise polise verdiğim o para direnişiydi. Bu alemin yasasını o da biliyordu ve ben bu işi hakkıyla, dürüst yapan bir mekancıydım. Hem de koca İstanbulun en genç barbut oynatan bir mekancısıydım. Bilmiyordu ki benden daha genç olan on yedi yaşındaki kardeşim asıl patrondu.

Müşterilere biraz sert, otoriter davranmam bir yana, bazen aşırıya kaçıp birilerini dövmem yüzünden kardeşim beni ikaz etti bir gün. Oyunlara karışmamamı istedi. Paramı yine aynı şekilde alacaktım. Ben hemen kabul ettim. Yemek içmek, gezmek daha cazip gelmişti. Sonra da bir gün meyhanede içerken birisi kulağıma fısıldamıştı. "Kardeşin geceleri Gaziosmanpaşadaki kulüplerde pokerde kahvenin hasılatını kaybediyor" diyordu bir muhbir. Alkolün ve o haksızlığın vermiş olduğu öfkeyle masadan fırlamıştım. Kahveye adım atar atmaz karşıma çıkmıştı kardeşim. İki tokat attım. Defol lan bu kahveden diyordum tüm sinirimle. Yüzlerce müşteri arasında yapmıştım bu hareketi. Suratıma baktı. Boynunu büktü ve çekip gitti. Onu bir köpek gibi sokağa atmıştım. Kahve artık benimdi. Kardeşimin kurmuş olduğu o sistem çok güzel çalışıyordu ve ben çevremdeki yalaka sürüleriyle renkli bir yaşama adım atmıştım. Üstelik onun sayesinde kazandığım paralarla.

Sonraları bazı haberler duyuyordum. Kardeşin bir yerde pokerde on bin dolar kazandı deniyordu. Şaşırıyordum. Sonraları Kardeşin bir yerde yirmi bin kaybetti dendi. Kazancıyla kayıpları bir arada gelip gidiyordu. Sonra bir sabah onu semtte bir kahvede poğaça yerken gördüm. Beş parasız oturuyordu. Bir yılı aşkın sürede kahvelerde o şekilde oturdu, dolandı durdu. Ona Gel kardeşim tekrar diyemiyordum. Sonra yine kazandı dediler. Gaziosmanpaşadaki bütün kulüplerde, pokerde kazanıyordu. Eyüpte, Fatihte her yerde adı duyuluyordu. Sonraları Bu ülkenin yetiştirdiği en iyi pokerci deniyordu. O yükselirken ben alçalıyordum. Benim düşüşümün başladığı yıllardı. Toplumumuzda söylenen o meşhur söze sığınırdım sürekli. Kumarda para kazanan bir Allahın kulu yeryüzünde var mıydı sanki? Çevresinde iş adamları, sanatçılar ve mafyöz dünyasının insanları vardı ve milyon dolarlar ona sunuluyordu onların adına oynaması için. İstanbul, Ankara, İzmir, Kıbrıs artık yetmiyordu. Avrupa ülkelerindeki organizasyonlar onu bekliyordu. Bizim çevremizde ise kurduğumuz o küçük kumar dünyasında hayatı dağılan insanlar yığılırken, bu yolda heba olurken aramızdan sadece kardeşim bu yolculuğu başarıyordu.Kardeşim insanları bir kitap gibi okuyordu.Yeter ki onu bir kez görsün...Ertesi gün o kişi onun gözünde artık klasik bir eserdi.

Sonra kahvehane elimden gitti.Sonra diğer işyerlerim...İki barbut mekancısı arkadaşım oyun masasında öldürüldü. İflas edenler, anasını kesenler, karısını satanlar, cezaevine gidenler konvoyunu takip ettim. Bizler varoşların kumarcısıydık. Sefil dünyamızda artık sıra günlük yövmiye ile şoförlük yapma sıramız gelmişti. Onu gördüm önümden geçerken. Son model Bmw aracıyla geçti gitti suratıma bakmadan.

Yine o çukurun içine girdik ortaokul arkadaşlarımla. Yaşlarımız kırka dayanmıştı. Bu kez koku çekmiyorduk. Duman çekiyorduk.Ciğerleri, parçalarcasına dek o dumanı çekiyorduk

Bir gün yine duman sırası kavgası yaparken tepemize dikildi kardeşim...Gülüyordu..."Gel abi hadi gidelim buradan" diyordu...

Başa Dön