Kuğulu Konak

Meryem, bir taraftan orayı burayı silip süpürürken, konağın penceresinden de İbrahim Ağa’nın yolunu gözetliyordu. Gayesi ne temizlik yapmak ne de pencereden bakmaktı. İbrahim Ağa’ya ne diyecek onun gazabından bu kez nasıl kurtulacaktı. Bu düşüncesini dağıtmak için oyalanıyordu. İbrahim Ağa, çakmak taşı kadar sert, biber gibi acı biriydi. Bu kez kesin bir şeyler olacaktı. Önce irkildi. Ardından alamuklu bir ağrı beynine oturdu, ordan da bütün vücuduna hükmetmeye başladı. Gözleri bulandı, başı döndü. Neredeyse sendeleyip düşecekken kendini pencere kenarındaki kanepeye zor attı.

yazı resim

Meryem, bir taraftan orayı burayı silip süpürürken, konağın penceresinden de İbrahim Ağa’nın yolunu gözetliyordu. Gayesi ne temizlik yapmak ne de pencereden bakmaktı. İbrahim Ağa’ya ne diyecek onun gazabından bu kez nasıl kurtulacaktı. Bu düşüncesini dağıtmak için oyalanıyordu. İbrahim Ağa, çakmak taşı kadar sert, biber gibi acı biriydi. Bu kez kesin bir şeyler olacaktı. Önce irkildi. Ardından alamuklu bir ağrı beynine oturdu, ordan da bütün vücuduna hükmetmeye başladı. Gözleri bulandı, başı döndü. Neredeyse sendeleyip düşecekken kendini pencere kenarındaki kanepeye zor attı.
Ne zaman yapıldığı belli olmayan, İbrahim Ağa’nın dedesinin beşiğinin sallandığı bu tarihi konak bakımsızlık nedeniyle yıkılmaya yüz tutmuştu. Denize beş yüz metre mesafede üç buçuk dönüm arazi üzerine iki katlı olarak yapılmış konağın dört farklı giriş kapısı vardı. Bahçesinde birkaç tane de müştemilatı bulunmakta olan konağın büyük kapısı avluya açılıyordu. Yalı kapısı olarak bilinen kubbeli kapı ise sahile iniyordu. Görkemli pencereler ve mimari yapısıyla bir sarayı andırıyordu. Bahçesindeki meyve ağaçları, sarıçam, ağlayan çam, sedir ağaçları, içlerine sanki bin yıldır toz gizlemiş gibi duran selviler tarihi konağa bambaşka bir hava katıyordu. Kuğulara meraklı büyük dede Cevdet Paşa’nın sırf kuğular için yaptırdığı gölet, zamanla konağa ismini vermiş ve Kuğulu Konak ismi buradan gelmişti. Gel gör ki, ne konak ne kuğular ne de bilgelik işareti diye keçilerle aynı sakalı taşıyan İbrahim Ağa, Meryem’in ilgisini çekmiyordu artık. Tekrar konağın görkemli penceresinden dışarı baktı. Aslında onun tek baktığı pencere yalnızlık ve kasvet penceresiydi. Onun ömrü bu konakta üzüntü ve çile içinde geçti. Bunları hak etmiyordu. Eşi İbrahim Ağa için Hallac-ı Mansur olmuştu. Buna rağmen Kral Tantalos gibi cezalandırılmıştı. Ölümlü insanlar arasında tanrılarla beraber yemek yiyebilen kral Tantalos tanrıların hoşgörüsünü kötüye kullandığı için müthiş bir azaba çarptırılır. Yeraltına hapsedilir ve tertemiz suların içinde durduğu halde susayıp su içmek için eğilince su toprağın içine çekiliyormuş. Başının üzerinde bin bir çeşit meyve dolu ağaçlar varmış. Yemişleri koparmak için elini uzattığında rüzgâr, dalı yükseklere üflüyormuş. Tantalos, sonsuza kadar bolluk içinde aç ve susuz kalmaya mahkum olmuş.
Meryem, bir yaşam masalının içinde kendi dramını yaşıyordu. Son olay bir kazaydı ama seyreldiği görülmemiş öfkesi ile İbrahim Ağa, kaza maza dinler miydi? O kadar da dikkat etmişti. Olmasa da olur türden bir ev eşyası üzerinde duran asırlık ata yadigarı TCDD markalı kolçaklı saati, o olmasa da olur türden mobilyanın tozunu alırken kaza ile düşürmüştü. Keçilerle aynı sakalı taşıyan İbrahim Ağa, buna çok kızacak, yıllarca kahrımı çekmiş, çocuklarımın anasıdır demeden …
Meryem konağa gelin geldiğinde gelincik kadardı zaten. Etekleri rüzgarlı, latif, leziz, kasvetsiz bir kızdı. O yılları düşündü. Çoğu şeyi umursamaz, deliliğe verirdi kendini. Savaş ve yokluk dönemlerinde çok şeylere katlanmış, kendisi çocukken, kendi çocuğunu belemişti tam dört kez beşiklere. Tek gözü kulağı ile uyumuş öbür tekleri hep çocuklarının üzerinde olmuştu. Geceleri ağlayan çocuğuna meme vermeye gittiğinde, kirpi gibi dikine bıyıklı eşi olacak İbrahim’in haberi bile olmazdı. Meryem, olayları delilik baharatıyla yoğursa da içi köz gibi kor halindeydi. O da biliyordu, odunun özü közündedir. Zor olan onunla yaşamaktır. Zaman çarkını döndürüp onlardan uzaklaştıkça İbrahim de ondan uzaklaşmıştı. Sebepsiz sonuçsuz kavgalar çıkıyordu. Evde tabak kırılsa Meryem’in de kafası kırıldı. Caranak yağsa çatı akıtsa sorumlusu Meryem oldu. Bir keresinde yine kaza sonucu kül tablasını düşürerek kırmıştı. Evden kovuldu ve iki gün komşularda kalmak zorunda kaldı.
Ne kadar istesen de geçmişi silemezsin. Bunu da biliyordu. İnanıyordu ki bir gün kader ona hazır ol, sıra senin diyecekti. İşte o zaman gerçek hayatı yaşamaya başlayacaktı.
Ama şimdi pencereden bakacak, soba borusu gibi pantolon giymiş, elinde el işlemeli basto-
nu ile şehirli edası ve çok bilmişlik sembolü sakalıyla İbrahim Ağa’yı görecek, olanlar olacaktı.
Meryem doğruldu, pencereden baktı…

Başa Dön