Yalnızlık ve terk edilme duygusunun nasıl bir şey olduğunu ilk okul günü öğrendim. Annemin beni terk edip, o soğuk sınıfta tanımadığım bir sürü ağlamaklı yüz ile başbaşa bırakmasıyla, bir daha çıkmamak üzere yerleşti içime terk edilme duygusu. Okulda değil de bir cenaze töreninde gibiydik. Siyahlar içinde ağlayan yüzlerce küçük insan. O gün geçmişimizi, oyuncaklarımızı ve özgürlüğümüzü gömmüştük. Sorumsuz yaşamımızın son günüydü ilkokulun ilk günü. Akşam eve döndüğünüzde aman aman benim çocuğum büyümüşte okullu olmuş gibi şirinliklerle size okulu sevdirmeye çalışan ailenize karşı surat asıp gitmiycem işte diye ne kadar diretirseniz diretin, ertesi gün yine okulun bahçesinde öylece kalakalırdınız. Geleceğin hamalları olacakmışsınız gibi tüm müfredatta sırtınıza yüklenirdi.Bu durumun okulun ilk zamanları olması ile hiçbir ilgisi yoktur çünkü hocanız hiçbir zaman ders programı yapmayı akıl edemez ve sizde hergün tüm müfredatı getirip götürürdünüz. Sırtınızdaki ağırlık bununla da bitmez, beslenme çantası, suluk, eğer mevsimlerden kış ise atkı, bere ve seneye de giyer diyerek alınan bir beden büyük kabanın ağırlığı ile kendinizi Atlas gibi hissedersiniz çünkü sizde sırtınızda bir dünya şey taşırsınız.
Ali topu at, Oya topu tut ile devam eden ve bitmek bilmeyen bir dönemdi ilkokul. Dışarıda hava günlük güneşlikken sen sınıfta oturup milletin topu atıp tutmasını okurdun. Aslında bu özendirme yöntemiyle çocuklar okul biter bitmez çantayı bir kenara fırlatıp top oynamaya gider, akşamda yorgun olduğundan ders çalışamaz ve bir dönem böylece biterdi.
Yeni oyuncaklarımızı ise kırtasiye malzemeleri oluştururdu.Üstünde bir sürü düğmesi olan kalem kutularının düğmelerine basmakla geçerdi bütün dersler. Düğmeli kalem kutularına sahip olmasanız bile ailenizin size aldığı kokulu kalemleri tüm ders boyunca açarak eğlenebilirdiniz. Kokulu kaleminizin artıkları ile çöp kovasındaki mandalina kabuklarını birleştirmek suretiyle de tüm sınıfı kokutabilirdiniz.İlk teneffüs ile son teneffüs arasında okul bahçesinde koştururken, sizi komik bir çiçek gibi gösteren beyaz yakanızın kopçası mutlaka kopardı. Bu kancaları sağlam yapmak kimsenin aklına gelmediğinden siz annenizden mütemadiyen azar işitirdiniz ama işittiğiniz azar bunla da kalmazdı. Bütün hafta üstüne tebeşir tozu, ayran, tekme izi bulaşan önlüğünüz her hafta yıkanır ve o yıkanma süresincede siz yine azarlanırdınız. İster kız çocuğu olun ister erkek çocuğu önlük altına yada pantolon içine giyilen yün külotlu çoraplardan kaçış yoktu sizin için. Siyah önlük altına giydirilen kırmızı yün külotlu çoraplar tüm gün boyunca kaşıntı yaptığından içinizdeki anarşist duyguları ortaya çıkarırdı. İlk kolyelerimizi de o zamanlar başlamıştık. Kolye uçları ise evin anahtarı ve yeşil silgiydi.
Adı üstünde işte! herşeyin ilkini orda öğrendik.Hayat bilgisi dersinde öğretilemeyen hayat, yıldızlı pekiyi kavramıyla tanışmamız, fiş defterleri, çalışkanlığımızdan dolayı aldığımız kurdeleler, okuma haftasının anlamsızlığı, yerli malı haftasında tükettiğimiz bozuk ürünler, küme çalışması, yıl sonu müsamereleri, aramızda para toplayalım da örtmenimize hediye alalım diyerek başlayan maceranın aramızda para toplayalım da şarap alalım kavramının temelini atması gibi. Evet tam bir travmaydı ilkokul yılları.
İlk Okul Günü
Annemin beni terk edip, o soğuk sınıfta tanımadığım bir sürü ağlamaklı yüz ile başbaşa bırakmasıyla, bir daha çıkmamak üzere yerleşti içime terk edilme duygusu