Abuk subuk hikayeleri okuya okuya bir hal olduk zamanında. Kibritçi kızın donarak ölmesine mi üzülsek, tek bacaklı kurşun askerin kanalizasyona yuvarlanmasına mı bilemedik. Bununla kalmadı masallar üst üste bizi sarsmaya devam etti. Büyük annemin kurtlar tarafından parçalanmayıp beni büyütmesine şükrederken Hansel ile Gratel’i bizim evde besleme yönünde ciddi eğilimlerim olduğunu hatırlıyorum. Hansel’in ucundan tırtıkladığı “pastadan yapılmış ev” düşüncesi hep cazip gelmişti bana ama büyünce bir de baktım ki zamanında o hikayeyi okuyan erkek çocuklar- şimdinin sapıkları olup çıkmış, elma şekeriyle çocuk kandırmaya çalışıyorlar. Hikayelerdeki en beter tipleme ise Pamuk Prenses’in narsist üvey annesiydi. Gerçi hatunda evden kaçıp yedi cüceyle gününü gün ettikten sonra yakışıklı prensi kaptı mı, evet kaptı. Bu masalı okuyan bir çocuğun evden kaçması kuvvetle muhtemeldir. Ben şahsen kendi çocuğuma bu tip masallar okumayı düşünmüyorum.
İşin aslı bu masallar çocukların ne anlayacağı ne de keyif alacağı cinstendi. Yanlış anafikir çıkartmak içinde birebir eserlerdi. Hepsinin alt yapısında bir eziklik söz konusuydu. Hikayeyi şekillendiren öğeler ise, genelde kompleks sahibi bir üvey anne ile o annenin zulmünden kaçan kız çocukları olurdu.Telef olan erkek çocuklarına pek rastlamazdık hikayelerde. Erkek karaktere kurtarıcı misyonu yüklenirdi ve O da beyaz atı ile etrafta dolanıp, kendini görev günü için hazırlardı. Bunca hazırlığa rağmen gerekli hiçbir donanıma sahip değillerdi aslında. Rapunzelde o kadar uzun saç, kül kedisinde ise o kadar anormal ayak numarası olmasaydı görürdüm ben prenslerin durumunu.
Bütün bu zırvalıkların ötesinde diğerlerinden ayrılan tek bir masal var Alice Harikalar Diyarında. Gerçekten harikalar diyarıydı orası.Yazarın bir uyuşturucu tribinden yola çıkarak yazdığı ve her seferinde “mantar”ı vurgulayan bir masal. O diyara giriş bileti ve aynı zamanda olayların kilit noktasıydı “mushroom” -Alice eğer bir şey yapmak istiyorsa mesela bu küçük bir kapıdan geçmek olabilir - boyunu küçültmek için mantar yemeliydi, eski haline gelmek için ise yeniden bir mantar daha tüketmeliydi- O diyarda her şey tripti; bitmek bilmeyen çay saatleri, sırıtan kedi, kişileştirilmiş iskambil kağıtları…Bir de duvardaki sıkıntı Humpty Dumpty vardı ki insanda o yumurta adamı oturduğu duvardan aşağı atma isteği uyandırırdı. Masal içinde Alice’in kılavuzluğunu yapan karakter ise tavşandı. Hikaye boyunca Alice’in bu karakteri izleyip durmasından sonra Matrix filminde Neo karakterinin de tavşan takibine başlamasıyla bende jeton düştü tabi, bu tavşan takibinde bir keramet var!
Benim bu masallardan çıkarttığım sonuç ne oldu derseniz evde kalmaya mahkum bir insan olduğumdur.Ne cüce arkadaşlarım var ne de üvey annem. Evden kaçıp meşhur olma yada koca bulma gibi bir durumda söz konusu değil.Kırmızı başlığım olmadığı gibi yiyecek mantarımda yok. Yani öyle alemden aleme akan bir hatun olmadığımdan barda bir tavşana rastlama olasılığım da yok. Çakmak icat olduğundan bu yana kibrit aldığımı da hatırlamıyorum ki kibriti çakıp bir dilek tutayım. Ama…kırkbir numara bir ayağa sahibim. Yani bu ne demek oluyor! en yakın camcıya gidip bir çift cam kestirip, tabanını söktüğüm postalıma monte edip yılbaşı partisinde kazara tekini düşürebilirim demek oluyor. Gerçi bende bu şans varken prensim (potansiyel sevgili adayı) postala bakıp geceyi bir travestiyle geçirdiğini düşünüp, herşeyi unutmaya karar verir ve bende yine bu şans varken saat gece onikiye vurduğunda balkabağına dönüşürüm ve hikaye kabak tadı verir.
Bırak Bana Masal Anlatma
Hansel’in ucundan tırtıkladığı “pastadan yapılmış ev” düşüncesi hep cazip gelmişti bana ama büyünce bir de baktım ki zamanında o hikayeyi okuyan erkek çocuklar- şimdinin sapıkları olup çıkmış, elma şekeriyle çocuk kandırmaya çalışıyorlar