İnsanın ümidini kaybettiği, kendini dünyanın en yorgun insanı hissettiği anlar vardır.”Her şey burada bitiyor; artık sabır, hayal, güç bir işe yaramıyor. Bırakıyorum ve çekip gidiyorum!” dersiniz. Fakat aniden öyle fırsatlar, güzellikler, sevinç kaynakları çıkar ki karşınıza, başa dönüp aynı hayallerle başlamak hiç de zor gelmez...
İstanbul... Malûmunuz... Dünya şehri, aşk şehri, güzellikler diyarı denir de... İnsanı yorar yine de...
Trafiği, gürültüsü, kalabalığı... Kapkaçı, otopark mafyası, magandası...Kirliliği, zenginliği, acizliği... Hepsi birleşince “Yeteeeerrr!!!” diye bağırası gelir insanın.
Yalnızız hepimiz. Bu koca kalabalığın, on dört milyon nüfusun içinde yapayalnızız. Bir belediye otobüsünde, vapurda, tramvayda ya da yolda...Hepimiz kendi halimizdeyiz. Ya kulaklarımızda kulaklıklar ya elimizde bir kitap... Hangimiz kafamızı kaldırıp hiç tanımadığımız birine selam veriyor, hal hatır soruyoruz? Veremiyoruz... Soramıyoruz...Hepimiz aklımızdan, yüreğimizden damlayanlarla oluşturduğumuz bir selin içinde yüzüyoruz...
İşte ben de geçenlerde, böyle bir ruh hali içinde, “Boğuluyorum galiba” dedim kendime. İçim öyle sıkışmıştı ki nefes alamaz, yiyemez, içemez, uyuyamaz, en önemlisi de üretemez, yazamaz oldum. Bütün şiirlerim karamsarlık kokmaya başladı. Hoşuma da gitmedi bu durum doğrusu...
Oturup düşündüm. İçimdeki boşluğu keşfettim. Bir sevgi boşluğu yaşıyordum ve en kısa zamanda beni mutlu edecek, eski halime getirecek bir çözüm bulmalıydım. Buldum da...
Annem...
Onun kokusunu almayalı uzun zaman olmuş, düşününce anladım.
Hemen memlekete gidip pamuk yürekli annemin varlığını hissetmek, kokusunu ciğerlerimin en derin yerine yerleştirmek için planlar kurmaya başladım.
Biletimi aldım. Atladım gittim. Haber de vermedim geleceğimi tabi... Sürpriz dediğin tam yapılmalıydı.
Kapıyı açtığında karşısında beni görmek ne büyük bir şaşkınlıktı. Gözlerini görmenizi isterdim.
İçeri girdim, sarıldım, öptüm, kokladım onu. Oturup çay içtik eski günlerdeki gibi. Sohbet ettik, güldük...
Gittim ve geldim.
Uçakta arkama yaslanıp gözlerimi kapattığımda gülümsüyordum. Altı üstü bir günümü vermiştim bu ani geziye. Neydi içimi bu denli huzurla kaplayan şey? Aylarımı verdiğim çalışmalar bile bu denli rahatlatmıyordu çoğu zaman... Neydi bu giz?
İki bardak çay... Tek başına düşününce pek bir sıradan... Ama annemle ve baba evimde olunca aylarca hiçbir şeye üzülmeyecek kadar mutlu etti işte...
Çocukluğumdaki huzurdu... Belki de memleket havası almak... Ya da annemin yanımda olduğuna sevinmek...
Hayat savurdu bizi buralara... Ama uzun bir aradan sonra ve şiddetli bir ihtiyaçla gelince isteklerimiz, mutluluğun en büyüğünü yaşıyoruz...