Hiç Bitmeyen Deneyim

Küçük bir çocukken bir an evvel büyümek için sabırsızlandığımı düşünüyorum şimdi Belli ki bir şeylerden hoşnut değildim. Yani, 7 kardeşin en küçük olanıydım ve annemle babamdan sonra büyük kardeşlerimin ayak işlerinin hepsini ben yapmak zorunda kalıyordum. Her ne kadar bu duruma sinir oluyor olsam da kardeşlerim tavır alırlar endişesiyle yapmak zorunda kalıyordum.

yazı resimYZ

Küçük bir çocukken bir an evvel büyümek için sabırsızlandığımı düşünüyorum şimdi Belli ki bir şeylerden hoşnut değildim. Yani, 7 kardeşin en küçük olanıydım ve annemle babamdan sonra büyük kardeşlerimin ayak işlerinin hepsini ben yapmak zorunda kalıyordum. Her ne kadar bu duruma sinir oluyor olsam da tavır alırlar endişesiyle yapmak zorunda kalıyordum.

İlkokul yıllarımda Aziz isminde sınıf arkadaşımdan bir günlüğüne ödünç bir kitap almıştım. Aldığım kitabı büyük bir hevesle eve getirip, evde kimsenin girmediği -hatta girmeye cesaret edemediği- misafir odasında okurken, anacığımın beni çağıran sesiyle irkilmiştim. Annem beni çağırıyordu çağırmasına ama okuduğum kitaptan kopamıyor, beri taraftan duyduğum sese de kayıtsız kalamıyordum. Hâl böyle olunca ne okuduğumdan bir şey anlıyor ne de lütfen beni rahatsız etmeyin diye sitem edebiliyordum. Zira çağıran kişi annemdi! Ve annem içimizden birine seslenmişse, o sese aile fertlerinden birinin kayıtsız kalma lüksü olamazdı. Hatta içimizden biri annemin gölgesine bilerek bassa ya da onun istediği bir şeyin tersi yapılsa akşamına divan kurulur, babam tüm kardeşlere büyükten başlayıp en küçüğe kadar hesap sormaya başlardı Tabii ki bu sadece bizim aileye has bir durum değildi. Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde her aile de aynı şeyler yaşanıyordu. Uzun lafın kısası Doğuda anneler çocuklarından bir şeyi yapması için seslendiğinde, o sesin buyruğuna kayıtsız şartsız itaat edilmesi ve yapılması gerekenin hemen yapılması için gerekli olan kodlar daha onun karnındayken genetiğimize işlenivermişti

Evet, anacığımın sesini duyduğum o an biraz gecikmiş olsam da nihayetinde; efendim demiştim. Anam: oğlum hadi fırından ekmek al gel deyince suratım mahkeme duvarına dönmüştü! Garibim yüzümün asıldığını görünce engin merhametiyle; bir dahakine Mustafa abini gönderecem söz deyip beni yumuşatmaya çalışmış, bir taraftan da ekmek parasını çaktırmadan avucuma sıkıştırıvermişti. Ben de mecburen yola çıkmak için hazırlanmaya başlamıştım. Tabii öfkemden, dişlerimi sıka sıka ayakkabılarımı giymeye çalışıyor bir taraftan da anneme: niye o kadar kişi varken hep beni fırına gönderiyorsun diye sitem ediyordum. Ben bu adaletsizliğe kendimce kahrolurken en büyük abim: Hazır ayağında ayakkabı varken sana zahmet akan çatımızı da tamir et edesi (abisi demek) demez mi! Abimin bu gıcık tavrı karşısında iyice çileden çıkmış; keşke büyük olaydım da sen de karşımda böyle konuşsaydın diye iç geçirmiş, büyümek için her gün Allaha dua etmeye başlamıştım Nihayetinde o gün sinirimden ağlaya ağlaya fırına gidip, ağlaya ağlaya fırından ekmeği getirip, ağlaya ağlaya diğer kardeşlerimle hep birlikte aynı sofrada yemeğimizi yemiş, günü böylece bitirmiştik

O günden bugüne yıllar su gibi aktı geçti ve bendeniz şu an 41 yaşındayım. Fakat yılın başında 42. yaşıma girmiş olacağım Acaba diyorum, şimdiki aklımla o gün büyümek için gözyaşları içinde tekrar Allaha dua etmek ister miydim?

Evet isterdim!

İsterdim, çünkü ben o yaşlarda bile insanın başıboş bir varlık olmadığını; sıkıntıların insan için var olduğunu idrak edebilmiştim. Yaşlılığa doğru yaş aldığımız bugünlerde bile hâlâ sorunlarla, sıkıntılarla uğraşmaya ve yaşamaya devam ediyoruz Bu dünyaya; ne gülmeye, ne eğlenmeye, ne de gününü gün etmeye gelmedik değil mi? Zengine bakıyorsunuz, bilinmez bir hastalığa yakalanmış hastane koridorlarında bir gıdım nefesi rahat çekebilmek için servetini ortaya döküyor, fakire bakıyorsunuz sırf zengin olma uğruna yemediği nane, çekmediği çile kalmıyor, hatta tam zengin oldum dediği an tahtalı köyü boyluyor. Sanıyorum insanın mutlu günler ve güzel anılar biriktirmesi herkese nasip olmuyor İşte o nasipsizlerden biri de benim. Anlıyorum ki hayatın içinde sorumluluklar yüklenmeye, sorunlarla, sıkıntılarla, dertlerle, yaralanıp daha büyük darbelerle karşı olgunlaşa olgunlaşa yaşamaya devam etmek gibi bir zorunluluğumuz var hepimizin

Bugün böyle düşünüyorum ama bu düşüncem küçük yaşlarımda da böyleydi benim. Hatta o yaşlarda beni yerden yere vuran, içimi kor ateşler gibi yakan, hiçbir aşk deneyimini de yaşamamıştım. Büyüdükçe böyle bir derdin olduğunu da öğrenmiş oluyorsunuz nasibiniz varsa Bugün, küçükken; biçimlendirdiğim, düşlediğim, özendiğim, hayatın tüm renklerinin en alacalısını kullandığım o resmimin aslında benim kalemimle şekillenemeyeceğini öngörebilseydim hiçbir şeye o kadar kızmaz, düş kurmaz, öfkelenmez, susar geçerdim

Bugün ben de susuyorum. Bir taraftan susuyor, bir taraftan susuyorum Aslında ne var biliyor musunuz ister bir kız çocuğu, isterse bir erkek çocuğu olsun şayet taşıdığı o kalbe daha o yaşlarda hassas davranabiliyor, yaklaşabiliyorsanız, elinize aldığınız kalemle; çizerek ve yazarak derdinizi anlatabiliyorsunuz. Ben de o yaşlarımda yazmayı tercih etmiştim. Evet yazıyordum, hem de deli gibi. Çünkü yazmak benim zamanımda zordu! Ben de hep zor olanı sever, imkansız olanı daha o yaşlarımda tercih etmeye başlamıştım. Düşünsenize kurşun kaleme; yeşili nasıl anlattırırsınız? Ben onu yazarak belletmeye çalışırdım kaleme. Bu yüzden de hep zor olanın cazibesine kapıldım, gittim. Hani karşımda duran bir kapıdan değil de gözükmeyen ama var olduğuna emin olduğum başka bir kapıdan girmeyi veya çıkmayı seçtim hep. Ve giremeyince de kendimi suçlamak yerine çocukken küçüklüğüme, büyüdüğümde de yazgıma bağırdım çağırdım

Şimdi gülüyorum halime. Çünkü düştüğüm bu tuzakların hepsini kendi ellerimle hazırlayan da bendim! O zamanlar hiçbir şey gibi gelen yenilmişliği bu yaşlarımda tekrar yaşayınca hayal kırıklığını iliklerime kadar hissediyorum. Artık ne elimdeki kaleme güveniyorum ne düşündüklerime, ne de canımdan çok sevdiğim insanların; sevgisine, aşkına, merhametine, muhabbetine

Evet, onunla göz göze ilk geldiğimizde ve bir süre sonra olmaz dediğim ama nihayetinde âşık olmaktan kurtulamadığım zaman da ruh halim tam olarak böyleydi benim. Kapkara bir deliğe bakarak, görmezlikten geldim yıllarca yüreğimde hissettiklerimi. Hadi küçüktüm, bilmiyordum siyahın değil, yeşilin yakıştığını kendime; ama yıllar sonra bile siyah diye diretmem neyin kafasıdır dersiniz? İnsan yıllar sonra anlıyor ki: suçlu ne kurşun kalem ne de renkler Suçlu, renkleri kullanmasını bilmeyen ve artık büyüdüğünü gecikmiş bir farkındalıkla görebilen bu adamda! İlla sabahı sabah etmek gerekiyormuş acısını kabullenebilmesi için insanın Yaşaması şart mıymış bu kadar abartılısını bilemiyorum; ama abartmak da kendi seçimimmiş.

Evet, çok abarttım. Onun da dediği gibi: bu abartılı hislerin seninle ilgili biliyorsun değil mi?! O kadar ki şimdi neye içimin yandığını bile unuttum, kendimi kaybettiğim dakikalarda

Artık durdum ve duruldum.

İçim hiç yanmıyor mu?

Elbette yanıyor!

Ancak sebeplerimi artık olgunlaştırdım 42 yaşına girmek üzere olan bu çocuğun bu zamana kadar, hayatında kocaman yer edinmiş, intihara teşebbüs ettirmiş, hiç bitmeyeceğini sandığı o aşk ve onun aşkına giden tüm yolları nihayet kapattım. Bu öyle bir kapatma ki aşk bile benim gibi tuzağa düşmeye hevesli bir avın kaçıp gitmekte olduğunu fark ettiğinde şaşırıp kalacak, biliyorum.

Ey beni yerden yere vuran, halden hale sokan aşk!
Nedir bu kaprisin bilmiyor, anlamıyorum. Ancak artık oynadığın usta taktikli oyunu görüyor ve biliyorum. Ne var ki bunu bilmek benim sana karşı taarruza geçmemi sağlamayacak! Zira sen! Beni her defasında küçümseyen ustalığınla, yine üzecek, yine yaralayacaksın! Almış olduğum bunca yaraya, çektiğim bunca sıkıntıya, üzüntüye, vefasızlığa rağmen istemekten, hayal etmekten vaz mı geçeceğim?
Elbette hayır!
Ben yine imkansızı istemekten, imkansızı hayal etmekten bu can bu tenden ayrılana kadar yüz çevirmeyeceğim... Sabahattin Ali'nin dediği gibi: Perişan bir haldeyim. Fakat içimde kendimden bile sakladığım bir ümit var

Başa Dön