Önümüzdeki duvara oturuyorlar. Bir an gözlerimi aralayıp bakıyorum. Sırtları bize dönük. İzlemeye başlıyorum onları.
Bir şeyler geveliyorlar ağızlarında, sarhoş oldukları için anlayamıyorum.
Sonra soyunmaya başlıyorlar. İlk refleksle gözlerimi kapatıyorum. Sonra otuz küsurlarına yaklaşan bir kadın olduğumu hatırlayıp açıyorum gözlerimi
Birbirinden çok farklı üç vücut. Aralarında yaş farkı olduğu aşikâr.
Birinin vücudu çocuksu, tam gelişmemiş. Birinin aşırı kaslı, diğerininse alelade.
Şimdi deliler gibi çığlık atıp şarkı söylüyorlar.
Şarkı anlamlı ama muhtemelen ritminden koptuğu için biçimsiz geliyor kulağa.
Gayri ihtiyari bir kahkaha fırlıyor dudaklarımdan.
Kendi şamataları arasında nasıl duydular bilemiyorum, üçü birden arkalarına dönüp baktılar.
Bir otuz saniye kadar beni ve sızmış kocamı inceleyip bir iğne batmışçasına bir hızla giyinmeye başlıyorlar.
Sonra yaklaştılar
Korktum açıkçası ama kıyafetlerinden düzgün insanlar oldukları belli.
Ne bir soru ne bir söz.
Sadece gelip yüzüme sertçe bir bakıyorlar.
Umursamıyorum ama daha sonra bu adamlardan herhangi birinin başıma bela olacağını hissettiren bir ürperme geliyor.
Etrafımdaki poşetlere bakıyorum. Şans eseri kocamdan yarım bira ve az biraz kuruyemiş kalmış.
Saatime bakıyorum dört buçuk civarı...
Birkaç saat sonra gün ışımaya başlayacak.
Buna aldırmadan içiyorum biramı. Uykum geliyor-tabi sarhoşluğun etkisiyle-.
Sızmakla uyumak arası bir şekilde farklı rüyalara dalıyorum
Aaa bu da nesi gözüme güneş ışıkları giriyor.
En nefret ettiğim şeylerden biri.
Bir eksiklik var.
Dağınık saçlarım, uykulu gözlerim, ağrıyan başım, çantam, çöp poşetleri...
Hımm... Sanırım eksik olan şey kocam.
Benden önce uyanmış olmalı.
Bir on beş dakika sonra olacak olan sahneyi gözümde canlandırabiliyorum.
Karşıdan kocam görünecek, elinde dolu bir poşetle.
Önce çöp poşetlerini atacak.
Gazetenin bulmaca ekini banka serip, küçük paketlerde peynirler, reçeller, tereyağılar çıkaracak.
Çok sevdiğim vişne suyunu bir bardağına koyacak.
Başımın ağrıdığını bildiği ve beni çekmek istemediği için aspirin verecek.
Simitlerle güzel bir kahvaltı edeceğiz.
Kafamı çevirip bankta biraz oturduktan sonra çöp poşetlerini atıyorum.
Neredeyse yarım saat oldu.
Arıyorum.
Otoparka gelmemi söylüyor.
Şaşırıyorum ama belli etmiyorum.
Bir telaştır beni alıp götürüyor otoparka.
Acaba bir salaklık edip dün neler olduğunu anlattım mı?
Hayır, anlatmadım eminim.
Gülümseyen bir yüzle arabaya biniyorum.
Vişne suyu kutusunu ve aspirini veriyor.
İçiyorum.
Deniz kenarına çekmesini söylüyorum ama direksiyonu eve doğru kırıyor.
Eve geldiğimizde her zamanki ukalalığımı takınıp sesimi yükseltmeye başlıyorum.
Beni sakin bir şekilde dinlerken banyoya yöneliyor.
Tabi arkasından gidiyorum.
Üstünü çıkarıyor ama çıkarırken benden saklıyor.
Darılıyorum.
Kırılıyorum.
_Sen ne yapıyorsun?
_Üstümü çıkarıyorum, banyo yapacağım.
_Ondan bahsetmiyorum. Neden benden saklanıyorsun?
_ Sen de benden kendini saklamıyor musun?
_İyi de...
_Evet, iyi de ne?
_Yani ben...
_Evet sen?
_Biliyorsun işte.
_Benden gizli başkalarıyla oluyorsun ama bana karşı yıkılmaz duvarlar örüyorsun.
Öyleyse aramızdaki duvarları sağlamlaştıralım.Bu zamana kadar hep senin istediklerini yap-tım.Aramızda duvar ördüğünü görüyorum ve sana yardım ediyorum.
Diyecek bir şey bulamıyorum. Tek kelimeyle haklı.
Ben de üstümü çıkarmaya başlıyorum.
Aramızda ' kim banyoya daha önce girecek?' yarışı başlıyor.
O kazanıyor ama yanına beni de almayı ihmal etmiyor.