değil mi ki
satır araları boş
dipnotları kalabalık
ve sevda haneleri zayıf
yaşamöykülerimizin...
yaşanmamıştır
aslında.
abartılmış bold basım
sevgili çeteleleri...
yalandan bir kaynakça...
şişirilmiş bir önsöz...
ve zayıf bir içerik...
renkli resimlerle bezeli
ve abartılı
ve yalancı "11. basım" damgaları...
yıpranmış ve yaşlanmış ciltleriyle
soluk yaşamöykülerimiz
ucuz bir fotoroman değil de
nedir?
nedir
gerilimi ilk sayfada
-fethedilmiş kale gibi-
zayıf bir yaşam?
kurgusu iğreti
kaburgaları çıkık
korkak ve iddiasız
utancın kırmızısına boğulmuş
sonuna kadar yaşanmamış
arkası yarından önce bitmiş
macera kokusu
ve ölümün
ağır tortusuyla ezilmiş
sıtmalı bir kaç
yürek kabarması?
uykusuz geçen bir kaç gece...
ulaşılmazlığının sihriyle
yüceleştirilmiş
aslında erişilmesi güç
bir kaç sevgili nedeniyle
nedir bu
"hayatım roman" ayakları
dillerimizde?
adrenalin fışkırmayan
köklü aşklarla sulanmamış
epiküryen deltaları kayıp
monoton gündönümleri
gerçekten gün müdürler?
ve
fantazilerin kırbaçlarıyla
kana boyanmamış
ter göletlerinde yıkanmamış
aykırı yasalarla yargılanmamış
gelecek,
gelecek midir?
korkağız
ve uzağız
bir yazarın
sancılı doğurganlığından
kuşkucu
ve bir o kadar da ikiyüzlü
önyargılı
ve tutukluyuz
kendi düş bahçelerimizde.
yaşamöykülerimizin
boş kümeleri
meze oluyor
ilkokul 3. sınıfta
küçük çocuklarının
aç beyinlerine...
ve öykünmüş
ve kopya
ve seri imalat
yaşamöykü dizileri kaplamış
duvarlarımızı
ve biz
onları
bir diploma gibi
duvarlarımıza asmayı
marifet sanmışız...
ve bir marifet gibi
içi boş çerçevelerini
her gün indirip
tozlarını silmiş
yine aptalca bir özenle
yerlerine koymuşuz...
ve en özgün eserimizi
yapmışız aslında oynarken
küçüklüğümüzde
"bebeğimizin
gözünü oymuşuz"
oysa oyarken
günlük hayatın sıradan kavgasında
karşımızdakini gözünü
"yaşam gözümüzü" de oymuşuz
kendimizin.
küflenmiş bir kafatası içine
beyin salatası koymuşuz
ve onu
medyatik soslar
magazinel otlarla
süslemişiz.
okunaklı yaşamöyküleri bulmuş
arada bir arkeologlar...
dezenfektan yorumlarla
kimyasını bozmuşuz...
okunmasın diye
müzelere koymuşuz...
tabular örmüşüz
çin seddi gibi upuzun
çaputlar bağlarken
yalancı adak ağaçlarına
taşlar atmışız
meyveli olanlarına...
sen insanoğlu!
yani ben!
suçlusun!
ayağa kalk!
ölümöykün okunacak!
uyan,
yüzyılların tabu-t-larından...
kırılmış kalem sesi
başlangıcı yaşamöykünün
ölümöykünün "mutlusonu"
gözkamaştırıcı bir düş yaşa
öykü diye
şarkısı olsun sonsuzluğun
ölümsüz bir esas oğlan
ve esas kız yarat
kendi çamurundan
kabuklarını yol yaranın acımadan
çık artık
vakti geldi kozandan
koş ölüme
ölüm seni çağırmadan
ve yaz mezar taşına ellerinle
korkmadan:
"hayatım roman"!