Bu hafta sizlere Ekimden söz edecektim ama o da ihanet ederek yatağa düşürdü beni. Bu yüzden Ekim ile hesaplaşmamı başka bir zamana bırakacağım müsaadenizle
İnsanın ne gücü, kuvveti ne de hükmü geçiyor akıp giden zamana Ekimin nöbetini Kasıma bırakmasına da sayılı günler kaldı. Eylül ayı benim için çok özeldi. Özellikle 17 Eylül 2019 tarihli gün.. Bugünü Azraile can versem de unutmaz, hatırlarım. Heyecanın, sevincin, kavuşmanın, tanışmanın ve yaşamanın zirvesine çıktığım çok özel bir gündü Karadenizin o hırçın denizini, gökle yeri birleştiren masmavi ufkunu, yemyeşil manzarasını, mis gibi kokusunu ciğerlerime çektiğim, özlemin, hasretin bittiği, kavuşmanın yaşandığı bambaşka bir gün O da geçti gitti Şimdi iki ay, yani 60 gündür; hastalık, stres, sıkıntı, üzüntü ve mı acabalarla geçen günleri bir nebze de olsa geride bırakmaya çalışıyorum.. Bu bitmez tükenmezliğin somutlanıp günlerimin içine girmiş olmasını fark edebildim sonunda
Peki, nasıl fark ettim? Sadece iyi bir izleyicisi olmuşum akıp giden zamanın bunun farkına vardım işte hepsi bu. Oysa, güzel birçok şeyi sığdırabilirdik kısıtlı zamanlarımızın dar aralıklarına ama bir inatla, hışımla, çekip gitti. Ve bitti. Şimdi bu düşüncem bile yabancı ve uzak geliyor bana. Gerçekten çok yakıcı, yıkıcı, yıpratıcı, yorucu, bunaltıcı ve kavurucu bir durum Hani hissettiklerinizi, yaşadıklarınızı; kime, nasıl dinleteceğinizi bile bilemiyorsunuz.. Avuçta tutulan veya tutulamayan zamanların hayali de oyuklardan oyuk beğenmenizi sağlıyor Her ne ise Eskiler: Geçmişe mazi, yenmişe kuzu derler diye muhteşem bir kelam etmişler. Ben de kendime bu sözü rehber edindim. İçimde açılan büyük oyukla adına yaşam denilen hayatı deneyimlemeye devam edeceğim mecburen..
***
Değerli dostlar, kıymetli kardeşlerim Bana ister inanın ister inanmayın, yakın bir gelecekte ülkemin insanları da tıpkı Avrupalılar gibi akıl hastanelerinin koridorlarını dolduracaklar. Hatta bu hastaneler isteklere cevap bile veremeyecek. Özel klinikler de dolup taşacak. Her cadde başında, her mahallede açılan eczaneler gibi, ruh sağlığı merkezleri açılacak. Çocuk, genç, yaşlı sınıfındaki kişiler ömürlerinin geri kalanını psikiyatri doktorlarının kontrolünde geçirecekler. İnsanlar ceplerinde çerez gibi antidepresan ilaçlar taşıyacaklar. Hayatlarımız haplara ve hekimlere bağlı olarak sürecek Bu ülkede gerek bireysel gerekse toplumsal olarak yaşanan gerilim ve tansiyonlar, geleceğimiz ve göreceğimiz günler adına artık korkutuyor beni. Üstelik hiç kimse bu gerilimin dışında da kalamıyor. Çocuklar, öğrenciler, ev kadınları, işçiler, öğretim üyeleri, gazeteciler, polisler, askerler, siyasetçiler ilaahir Herkes bir tarafından gerilimin içine doğru çekiliyor. Üstelik insanlar bilerek veya bilmeyerek tansiyonun yükselmesine de alet oluyor..
Aslında uzun zamandan beri insanlarımızın yaşam tarzı oldu gerilim. Bu hali öyle bir kal haline getirip kanıksadık ki trafikte, iş yerlerinde, ailede, ikili ilişkilerde hatta ve hatta aşkta bile görmeye başladık. Öyle sanıyor inanıyorum ki yaşanan bu durum bir gün kökten bitmiş, hayatlar normale dönmüş olsa bile gene de yaşanılanların izlerini kolay kolay silemeyecekler. Asık suratlılığı, sinirliliği, şüpheciliği istese de kimse üzerinden atamayacak. Kim bilir, belki de tıp dilinde bu duruma bir hastalık adı bulunarak kayıtlara girecek Dünyanın ve akabinde ülkemizin de yaşadığı 8 aylık kapanma dönemi, yanı başımızdaki savaş, yaklaşan seçimler, ekonomik kriz, hayat pahalılığı, ilgisizlik, verilen sözlerin tutulmaması, herkesin kendini bir şey sanıp ahkâm kesmesi, haksızlıklar, hukuksuzluklar hiç kimsenin yüzünü güldürmeyecek. Tıpkı savaş sonrası Avrupalıların çok az gülmesi gibi Neşe uçup gitmiş, güler yüz kalmamış; herkes somurtarak bir yaşam sürermiş bir zamanlar Avrupada Yaşanan savaşlar sebebiyle acıların, yoklukların yorgunlukları çökmüş insanların yüreklerine, yüzlerine Bunun farkına ilk Macarlar varmış. Hiç vakit kaybetmeden, Budapeştede gülmeyi öğreten bir okul açıvermişler. Okul, kısa sürede dolup taşmaya başlamış. İşinin ehli hocalar, gülmeyi hiç öğrenmemiş veya unutmuş yaşlı başlı öğrencilerine nasıl güleceklerini öğretmişler yıllarca Bu söylediklerimi öyle kehanet filan da saymayın! Gerçekten yakın bir gelecekte Türkiyede de böyle okullar, klinikler, merkezler açılacak Buralarda da hekimler, öğretmenler, tıpkı Hintli Mistik Tagoreun öğrencilerine yaptığı gibi günde bir saat gülme dersi verebilir. Gülmeyi hatırlayan ve başarabilenler; öfkeyi, şüpheciliği, korkuyu üzerinden atıp yeniden normal hayata dönecek, başarısız olanlar ise külli harap oldum ya rab türküsünü söylemeye devam edecek
Yahudi asıllı İngiliz televizyon programcısı ve yazar, Alain de Botton, bir eserinde kızmanın bir hastalık olduğunu yazmış mantıklı bir şekilde de anlatmıştı. Görüyorum ki Alain çok haklı. Üstelik bulaşıcı, önü alınmaz bir illet gibi kızmak! Etrafınıza şöyle bir bakın lütfen Kızmayan, hâlâ gülümseyebilen kaç kişiyi görebiliyorsunuz acaba? Kızmak, şüphecilik, korku, saldırganlık.. gıcıkla gelen bir öksürük gibi; başladı mı bitmek bilmez ha bire yenileyip durur kendini Ben de son aylarda yaşadıklarıma, ülkemde olup bitenlere bakarak yüzümdeki gülümsemeyi yitireceğimden korkar oldum. Bu rezalet bana da bulaşır diye endişe etmiyor değilim. Ve ne yapıyorum biliyor musunuz? Dünyanın en rahat insanlarına, Çingenelerin yaşamlarına gıpta ederek bakıp duruyorum. Ne olurdu diyorum, aklım çok şeye ermeseydi; dünya işleriyle bir hesabım olmasa, ben de onlar gibi nerede akşam, orada sabah yaşayabilseydim Şu Kadıköy Meydanında, Üsküdar İskelesinde çiçek satan Çingeneler gibi bir hayat sürmeyi ne çok isterdim. Onlara ne zaman baksam neşeli, rahat, huzurlu, yüzlerinde gülümseme hiç eksilmiyor. Hep bir neşe, hep bir sevinç hep bir dans halindeler. Günlük yaşam tarzları; gelecekle ilgili kaygı taşımamaları, geçimlerini atık toplayarak, çiçek satarak sağlamalarına imreniyorum. O mis gibi rengarenk çiçeklerle bütün gün vakit geçiriyorlar ya kıskanıyorum.. Dünyamızı yok edecek dev bir meteor düşecek deseler onları bu zerre kadar ilgilendirmez. Ne kavgalar ne hükümet işleri ne siyasi liderlerin açıklamaları, toplantıları, savaşlar, ölümler hiç mi hiç ilgilendirmiyor onları. Tezgahta ya da trafikte sattıkları gülleri, papatyaları bitirip evlerine döndüklerinde kim bilir ne rahat, ne kaygısız yaşamlarına devam ediyorlardır. Kafalarını yastığa koyduklarında hemen uyuyabiliyorlardır bundan emimin. Sabah kalkar kalkmaz da taptaze bir zihinle, tertemiz bir yürekle yine, yeniden koşuyorlardır ekmek teknesi çiçeklerinin peşlerine
Diyorum ya keşke ben de onlar gibi çiçek satıp sakin ve kaygısız bir hayatı ta küçüklüğümde seçebilseydim. Olmadı! Onu da yapamadım. Şimdi anlıyorum ki çiçek satmak benim değil yalnız onların hakkı. Çünkü çiçeklere yaraşır ruh temizliği, kalp huzuru, iyi düşünce yalnız onlarda var. En küçük şeylerden bile mutlu olmayı, gülmeyi, dünyanın altında ezilip kalmamayı bir tek bu ırk en güzel şekilde beceriyor. Ne psikiyatristlerin tavsiyelerine, ne de antidepresan ilaçlara ihtiyaçları yok onların.
Bugün Beylikdüzü Yakupludaki Çingenelerin mahallesinden geçtim. Beş altı kişi büyük bir teneke içinde yanan ateşin etrafında toplanıp; keman, klarnet ve darbukayla şarkı söyleyip eğleniyorlardı. Ben de sazıma tel taktırmaktan dönüyordum Avcılardan. Eve gitmeden çektim arabayı uygun bir yere ve aldım sazı elime hep birlikte bir kaç saat çalıp söyledik Öyle güzel eğlenip vakit geçirdik ki zamanın nasıl geçtiğini anlamadım bile Yorgunluğumdan, hastalığımdan, kafamdaki mevzulardan sıyrılmış az da olsa rahatlamıştım. İyi olan herşeyin bir şekilde bittiği, yittiği gibi bu faslımız da bitince tokalaşıp ayrıldım.
Arabaya binince Bedri Rahminin Sabiye şiirini hatırladım. O şiir de:
İstanbul deyince aklıma Sabiyem gelir.
Sabiyem boyundan büyük bir demetle
Sarıyerden gelir, Pendikten gelir
Bahar nereden gelirse velhasıl Sabiyem oradan gelir.
Bazen ağlar yana yana, bazen güler döne döne
Ne delidir ne divane.
Aslını ararsan Çingenedir.
Tepeden tırnağa güneştir, topraktır, anadır.
Analar içinde bir tanedir.
Biri karnında, biri burnunda, biri memesindedir.
der Yine merhum Nuri Pakdilin: Sevdiklerinizi yüreklerinden sımsıkı tutun. Yarın, geç olmakla meşhurdur. diye başka bir sözünü hatırladım. Yani belki bu hastalıklara yakalanmamak için; sevip, sevilir, ilgi ve alaka görür gösterirseniz; somurtmadan, sinirlenmeden huzurlu bir yaşam sürebilirsiniz Belki.
Kalın sağlıcakla