Seni görememek yetmiyormuş gibi sesini de duyamıyorum şimdi Hatta merhaba içeren bir mesaj Belli ki kızgınsın; yoksa hiç mi müsait olmaz insan? diye düşünmeden edemedim. Zaten kendini kötü hissettin mi geçmiş olsun hepimize.. Her şeye rağmen senden gelen cefaya da sefaya da eyvallah diyorum! Bilmeni isterim ki o gün sabah saat altıya kadar haber bekledim. Yazmanı bekledim. Sonrası malum sızmış kalmışım garımda. Uyanır uyanmaz cevap vermiş olsam da nafile
Düşünüyorum da acaba seninle konuşmamın özel bir zamanı olsa ve senin günlük vakit anlayışına, duyguna nasıl dahil olup karışabilirim? Seni yalnız kafamda yaşatmıyorum. Bunun binlerce örneğini düşünsen fark edersin. Ve şimdi özlem, hasret kelimeleri de aşar oldu O gün sabaha kadar cevap verirsin diye bekleme nedenime gelince hemen cevap vermediğim zaman daha çok üzülüp küsme ihtimalin sebebiyleydi
Ne ise O gün de geçti gitti. Bir günüm daha öldü. Bugün Şubat 2023ün dokuzundayız. Saat 01:27. Biliyorsun, haftanın başında büyük bir afet yaşadık ülke olarak. Geçmiş olsun dileklerin için teşekkür ederim. Bu yıkımın benzerini 97 yılında Adanada, 99da İstanbulda yakın arkadaşlarımı kaybederek yaşamıştım. Fakat bu depremi hiç hissetmedim. Ancak Antepte onlarca akrabamın öldüğünü duydum. Kaybettiğimiz akrabalarımın hiçbirini tanımıyor olsam da kan bağım olduğu için üzüldüm. Tanımadığım akrabalarıma, 20 bine yakın kaybettiğimiz; çocuk, kadın, erkek, kedi, kuş ve çiçeklere de üzüldüm! Üzüldükçe midem daha çok yanıp daha çok kanıyor Adanadaki baba ocağımızda hasar var. Bu yüzden büyüklerimizi tedbir amaçlı Ankaraya götürme kararı aldık. İşte böyle Şimdi yine rutindeyim. Ve gerçekten ruh gibiyim. Ne yediğimin ne içtiğimin ne hayatın ne rüzgarın; denizin, martıların, ağaçların, çiçeklerin, karlı havanın hiç bir şeyin tadını alamıyorum. Öylesine yaşıyorum. Bir şey düşünmemek için tüm kuvvetimle iki üç iş yapıp çalışıyorum! Sonra kendimi motive eden yaşamak çalışmaktır söylemiyle kendimi avutuyorum. Söylediğim şeye inanmıyorum.. Yaşamak demek benim için sadece senle
Haydi, yaşıyorum diyeyim. Öyle olmasa balkonun penceresinden ağaçlara bakamazdım herhalde. Tıpkı depremde kaybettiğimiz insanlar gibi onlarda daha düne kadar neşe saçıyorlardı etrafa. Bugün öyle mi? Değil! O güzelim çimenlerin, çiçeklerin ve meyve dolu ağaçların hepsi yapraklarını döküp kararıp ölmüşler işte. Hatta kar da kefen olmuş. Sana bir şey sormak istiyorum. Acaba neden ölen her şey çabucak unutuluyor? Ben ölsem, sen de unutur musun beni? Niye bilmiyorum ama unutulma hissinden nefret ediyorum. Başkası tarafından değil, senin unutma ihtimalin kahrediyor beni.. Paylaştığımız onca şeyi, an ve anıları unuttuğunu düşünmek ölümden beter bir duygu Bu duygunun zihnimden geçmesine bile tahammülüm yok.
Her ne ise ne diyordum?
Ağaçlar da insanlar gibi ölmüş diyordum.
Ölümü bu kadar çok anınca Erdem Abinin sevdiğim şiiri geldi aklıma:
Şirinde:
Damla damla oluşuyor hayat
Ölüm kımıl kımıl
Duymak kolay
Anlatmak değil
Her an
Farkındayım
Az az öldüğümün
Bilincindeyim doğan ayın
Eriyen karın akan suyun
Ve usul usul tükenen zamanın
Tekrarlayıp duruyor saat
Vakit te mahluktur
Vakit te mahluktur
İşliyor kalbim
Eskiyor saçlarım
Ve gözlerimin en ince hücreleri
Okuyorum hayatı
Toprağın üstünden çok
Altındakilerle var olduğunu
Toprak
Ölüme aç
Ölüme muhtaç
Hayat
Ölüm muhakkak
Ve ölüm mutlak
Tek kapısıdır ölümsüzlüğün
Ölümle tanıştıktan sonra anladım
Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın diyordu.
Bu mısraları ilk okuduğumda sevmiştim. Bu şiire sevgimin hiç azalmadığını bir kez daha fark ediyorum. Ama bazı ağaçların hala yapraklarını tam dökmediğini gördüm bahçede. Sanırım biraz yağmur, kar ve rüzgârla onlarda ölüp düşerler toprağa. Kendime o gün: Sabah mutluluğu diye bir mutluluk var mıdır acaba? diye sormuştum. Uyanır uyanmaz insanı tuhaf bir sevinç bulur ya içinde. Hatta göğsünün ortasına çakılmış, yerinden memnun, benzersiz bir sevinç parçası bu. Öyle nesnel bir şey yani. Elle tutulur, gözle görülür. Tıpkı elim, kolum, ağzım, burnum, gözüm gibi olgunlaşan bir şey Bu his ve duygu seni görünce, sesini duyunca daha çok çoğalıyor, büyüyor. Yoksa hemen eksiliyor. Sonra gene düşündüm. Bu his belki de bana özgü bir şey değildir dedim. Bana özgü değil cümlem sokağa bırakılmış çocuk gibi değil mi? Acaba kim terk etti bu hissi? Bu hissin sahibini bulmak gerekmez mi? Aramak istesem de bir takım engellerden dolayı arayamıyorum. Başvuracağım kimse, bir kurum da yok. Üstelik bu hissi birilerine anlatsam deli diyebilirler bana. Deli! Aramızda güzel bu. Ancak sokaktaki ne anlar ki sevinçlerimizi, duygularımızı, acı ve kederlerimizi Sonra bu sıfatın hoşuma gitmediğini anladım. Anladım anlamasına ama çaresizce durumumu da kabullendim. Hatta kendime katlanmaya bile karar verdim. Aslında düşünecek olsak doğuştan bir sürü organımız olmasına hiç kimse şaşırmıyorsa sevincimizin de yeni bir organ gibi algılanmasına şaşmaması gerek. Peki dedim, herkese el olan bu yabancıya ne olursa olsun, kimse bakmasa da, sevmese de ilgilenmese de ben bakacağım, ilgileneceğim dedim. Ama bir sakıncası da vardı bu durumun. Ya sevincim dediğim bu yeni organım daha da büyür ve olgunlaşırsa ne yapacağım ben? Bu soruya verilecek cevabımı sen tahmin ediyor olmalısın.
Her ne ise. Doğrusu olur olmaz şeylere gülmek, giyinme biçimimi değiştirmek hiçbir zaman çekici gelmedi bana. Sen de öyle değilsin. Ayrıca senin gibi ben de kendi öz duyarlılığımı, düşünme biçimimi seviyorum. Sana, doğaya, hayvanlara ve sayende çevreye olan duyarlılığıma dikkat ederek yaşıyorum. Şayet bu korkunç değişme gerçekleşir ve sevinç büyüye büyüye bütün varlığımı kuşatırsa yapacağım tek şey mahallendeki bir daireye taşınmak olur herhalde. Biliyor musun bu anlattığım mevzu doğru. Yani alegori değil. Gerçekten istediğim şey bu. Sana bu hislerimi anlatma nedenimi tahmin etmiş olmalısın. Beni gerçekten bir gün yakınında gördüğünde şaşırmanı istemiyorum bu sebeple anlatıyorum. Yani sevinçli ben, sıkıntılı benin yerine geçmiş hayatın tadını almaya çalışıyor olacak. Keşke senin de böyle bir organın olsa. Kim bilir, belki sende de bu organın daha da gelişmiş hali vardır da sana bu çok sıradan ve olağan geliyordur. Eğer böyle bir şey varsa ve bana söylemesen alınırım. Bilmek istiyorum varsa nasıl beslediğini, nasıl büyüttüğünü, nasıl baktığını, yaşamımızda nasıl bir rolü olduğunu -ki bu çok önemli- bana tastamam anlatman gerek
Yine uzattım
Bekliyorum
Beklemek her neyse onun kadar bekliyorum.
Seni seviyorum mu desem, sevgiler mi desem, yoksa iyi günler mi?
Seni hangisi sıkmıyorsa onu kabul et en iyisi
Ben yalnızca bekliyorum
Kal sağlıcakla