Yaz geldi. İsmini daha yeni yeni belleğime kazıdığım bu kente yaz geldi. İnsanların mühürlenmiş dudaklarına, hiç bitmeyen telaşlarına bakarsam -ki bakmalıyım biliyorum-hala mevsim kış, soğuk, ürpertici ve çok çetin bir kış. Her an üşüyen bir ruha çeviriyorum başımı gözlerinde donmuş zamanlar taşıyan insanlar çıkıyor köşe başlarından önüme, yanımdan her geçen isimsiz, her geçen yalnız ve her geçen abalara sarmış üşüyen ruhunu. Kelimeler çoktan unutulmuş burada ve güneşleri yitirilmiş tebessümlerin.
Oysa çok şehirler gördüm ben, kar yağarken güneşleri gözleriyle tenime veren insanları olan, kentlere düştü yolum. Sıcak evlerinde, sıcacık elleriyle içimi ısıtan ikramlar gördüm. Gözler gördüm gülen ve konuşan dudaklar. İnsanlar gördüm adımı bilmeyen ama ruhumu gören insanlar. Ya sen İstanbul neden bulutların izin vermiyor güneşlerine ve neden hep soğuk insanların...
Ürkek bakışların kenti, korkuların kuytu sokaklara sıkıştırıldığı ve kan kokan şehir, saçlarına düşen maviliği ver insanlara. Denizlerinin kokusu sarsın gökyüzünü beni sev, benleri sev İstanbul. Ben sana güneşle geldim.
Korkusuz çaldım zilini, sarı saçlarınla açtığın kapıyı çok sevdim ben. Maviliğinde gördüğüm ve martı seslerinde işittiğim o sevgiyi sun bana. Sus dudaklı insanlara sadece tebessümü öğret, öğret ki bana hoşgeldin dediğin o gece dokunuşunla bana verdiğin o sıcaklığı duysun ruhları üşüyenler. Yaz gelsin ve güneşle gelen ne varsa aşka, donmuş kahkahalara, İstanbul adına herşeye hayat gelsin
Güneşle Gelen...
Ürkek bakışların kenti, korkuların kuytu sokaklara sıkıştırıldığı ve kan kokan şehir, saçlarına düşen maviliği ver insanlara. Denizlerinin kokusu sarsın gökyüzünü beni sev, benleri sev İstanbul. Ben sana güneşle geldim.