Bir görünüp bir kayboluyor; gündüzleri akşamlar, geceler izleyip gün olurken. Günler hafta, ay, yıl olup, bir döngü daha tamamlanıyor. Sürüp gidiyor yıldızıyla gezegeninin bir yakınlaşıp bir uzaklaşması; gün, ay, yıl, çağ, milenyum ölçeğinde.
Görevini sürdürüyor yalnızca, yaşam nedeni olduklarına aldırmadan.
Ne adlar takıyor, ne de ölçüyor yaşamları; yaşamların efendisi insan her anını ölçüp, ne olduğunu anlamaya çalışırken.
Bazen uzaktan yan bakarken dünyaya, üşüyor insanlar. Sonra ılık, insanlar hoşnut. Dikilirken tepemize koşturuyoruz dağ, ırmak ve denizlere.
Aramıza giriyor bulutlar ara-sıra, bazen art arda. Sular seller yıkarken yeryüzünü; iki hidrojen bir oksijen yapışıp ekleniyor insanlığın dağarcığına. Olmazsa olmaz sıralamasının doruklarına tırmanıyor, akıp giderken.
Mevsimlerin efendiliğini kimselere bırakmıyor, galakside yolunu izlerken.
Ne bulutlar, ne de kuytular engelleyemiyor, “gün başlıyor” diyerek doğudan yükselip, aydınlatmasını.
Sekiz bir yanda bir koşturmadır başlatırken; iyi-kötü, huzurlu-huzursuz, gerekli-gereksiz, mutlu-mutsuz-, belli-belirsiz, aydınlık-karanlıkla benzerleri birbirine karışıyor, gün boyu. Siyahla beyaz grileşip, bir gün daha akşama ulaşırken uzaklaşıyor, batı yönünde.
Küçük arkadaşı görünüyor hilal, yarım ay, dolunay olup, insanlığın dağarcığına eklenip, O nöbetini sürdürürken.
Yeni bir günü başlatıyor güneşin çocuklarının ilk safağından milyarlarca yıl sonra, yaşamın kadim dostu; en kısa gününü geride bırakıp, yavaş yavaş uzatırken günlerini.
Kısası uzunuyla günlerini serpiştirdiği mevsimlerle iç içe, bir yılının daha son günü artık.
Yarın yeni bir Güneş yılı, iki bin on bir başlıyor.
Yeni yılınız kutlu, aydınlık, umutlu ve mutlu olsun.
31 Aralık 2010, İstanbul
Ertuğrul Asım Öztürk