Temmuzdan kalan bir kaç anıyı
kaçak olarak başkette sürüklediğim
ve adını koyamadığım karanlık bir düş: Erciş.
Masamdaki fotoğrafına bakıyorum da
akıl almaz bir düşe açılıyor kapılarım.
Gitsem uzaklara,
biriktirdikçe yüreğimde an'lar, dönsem
ve ince bir dilim düşse zamandan,
kırılan günün yorgunluğuna.
Aşsam benden içeri olan ben'i:
Ben ki, karşılarım yine kendimi
indiğim her durakta.
Günler, aylar ve hatta yıllar
o soğuk sokağa varan bir sessizliktir şimdi;
korkak, ifadesi verilmeyen,
kimsesiz anılardan ibaret.
An giriyor,
benden ayrılıp yine bana eklenen yerde.
Bir tütün yaprağına sarmalanan yalnızlıklar vardır;
her yalnızlık biraz da ölüm...
Yıllardır bana eklenen
ve benimle birlikte çoğalan nedir?
Param parça olmuş aynalardan topluyorum görüntümü;
Gürsöğüt'ün ağaçlarından,
Meram Bağları'ndan, lüle taşlarından,
Atkaracalar'dan,
yazılmamış mektuplardan ve eğreti sevgilerden;
yitik bir yürek işte.
Akşamın keskin tarafı biraz da hüzün;
uçuk bir renk alıyor anılar gitgide...
Gün doldu,
sessiz,
siyah-beyaz bir kareye sıkıştırılmakta an'lar.
Kaçınılması imkansız sokaklara düşüyor yüreğim.
Her şey orada işte.
Orada işte her şey.
Her şey temmuz bakışlarının derinliğinde...