Eylülde tanımıştım seni; çocukça sevinçlerin gölgesi vardı gözlerinde.
Yağmurlu bir gündü buluşmamız. Saçlarımızdan damlayan yağmur damlaları gözlerimize, oradan burnumuza akıyor, dudaklarımızı ıslattıktan sonra çenemizden yere düşüyordu. Kim bilir belki de yüreğimizdeki acıları da siliyordu; farkında değildik.
Aşktan yana, ayrılıklardan yana, hüzünlerden yanaydı sohbetlerimiz. Mevsimi olmayan bir aşkın, ayrılıklarla insanı nasıl yaktığını ve hayata bakışlarını, anlatırdın... Ortak zamanlarda ve mekanlarda görüştük seninle bir süre, yaşamın ayrıntılarında; farkında olmadık içimize aktığımızın.
Anlamıştım kalıcı olmadığını; yeni yollara kendini vurma isteği vardı yüreğinde. Hiç haberim yokken gidecektin bir gün, veda bile etmeden. Yokluğuna alışmak korkutuyordu beni, ardından geçecek olan günler, aylar ve yıllar yokluğunu daha da büyütmek dışında bir şey bırakmayacaktı bana.
An’larımız oldu seninle yaşamı bölüştüğümüz... Yüreğinin bir yarısı bendeydi, diğer yarısı bilinmeyen dünyalara dönüktü...
Hatırlar mısın, ikimizin bir şarkısı vardı, sözleri Nazım Hikmet’e ait:
“Seviyorum seni
ekmeği tuza banıp yer gibi
geceleri ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi.”
Onur Akın’ın sesinden bu dizeleri dinlerken başka dünyalara açılırdı kapımız. Ve bu şarkıda, sevgi bize ne çok yakışırdı.
Yine böyle bir eylül gününde sessizce kalkıp gitmiştim yanından; yağmur yağıyordu dışarıda, yüreğimde bir kırgınlık... Gitmeden; senin hala kutsal bir emanet gibi sakladığını yıllar sonra bana mektubunda yazdığın şu dizeleri bırakmıştım sana:
'.....
Yaşanan bir an’dan geriye kalan
siyah beyaz bir fotoğraf.
.....'*
* Eylül Yağmurları adlı şiirimden.