İslamın tarihsel ve doktriner gelişimi, çok sayıda mezhep, tarikat ve cemaatin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu çeşitlilik, zamanla dinin özünü ve öğretilerini farklı şekillerde yorumlayan grupların oluşmasına sebep olmuştur. Ancak, İslamın ilk yıllarındaki temel öğretileri ve Kur'an'ın sunduğu evrensel mesaj, bu farklılıkların kaynağında ne kadar yer bulmuştur? Özellikle, hadislerde geçen "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunlardan bir fırkası ehl-i necat olacaktır" ifadesi üzerine yapılan yorumlar, dini bölünmenin ve mezheplerin varlığını meşrulaştırmaya mı yönelik, yoksa doğrudan bir sapma ve yanlış yorum mu teşkil etmektedir?
Hadis literatüründe yer alan bu tür ifadeler, gelenekçi akımların ve mezhep ayrımlarının temellerini atmıştır. Özellikle Tirmizi'nin ve İbnül-Mace'nin rivayet ettiği hadisler, zamanla "Ehl-i Sünnet" anlayışını şekillendiren, bu yolu takip edenlerin kurtuluşa ereceği, diğerlerinin ise sapkınlık içinde olduğu yönünde bir kanaate yol açmıştır. Ancak, bu rivayetlerin Kur'an ile ne derece örtüştüğü sorgulanabilir. Kur'an'da "sünnet" kelimesi sadece Allahın sünnetiyle (yani Allahın belirlediği yasalar) ilişkilendirilmiştir ve bu kavram, insanların davranışlarını şekillendirecek bir model olarak kullanılmıştır. Nebimiz Muhammedin sünneti, hadislerde geçen anlamıyla, Kur'anda açıkça tanımlanmış ve onaylanmış bir öğreti değildir. Dolayısıyla, sünnetin, cennete girecek olanların belirleyicisi olacağı düşüncesi gerçeği yansıtmamaktadır.
Kur'an, toplumsal parçalanma ve fırkalara ayrılma konusunda net uyarılar içerir. Muminun Suresinin 53. Ayetinde, "Ancak onlar, işlerini kendi aralarında kitaplar halinde böldüler; her bir grup, kendi ellerinde olanla yetinip sevinmektedir" denir. Bu ayet, gelenekçilerin, tarikatların, mezheplerin ve fırkaların dinî öğretileri kendi isteklerine göre şekillendirmesinin, İslam'ın özünden sapma anlamına geldiğini açıkça gösterir. Her bir grup, kendi elindeki kitaba ve öğretiye tutunarak, kendi doğru yolunu savunur, diğerlerinin yanlış olduğu iddiasında bulunur. İşte bu, ayette geçen "sevindikleri" ve "kendi ellerinde olanla yetindikleri" durumu yansıtır. Bu sevincin kaynağı, kendi grup ve mezheplerinin doğru yolu bulduklarına inanıyor olmalarıdır. Ancak, bu sevinç ve gurur, Kur'anın öğrettiği birlik ve beraberlik anlayışıyla çelişmektedir. Çünkü Kur'an, ümmetin birleşmesini ve farklılıkların bir kenara bırakılmasını öğütler. Oysa hadis ve diğer rivayetlerle şekillenen mezhepçilik, bu birliği zedelemiş ve yerine ayrılıklar oluşturmuştur.
Bugün Ehl-i Sünnet ve diğer mezheplerin savunucuları, bu fırkalara ayrılmanın, İslamın özüne uygun olduğu yönünde savunmalar geliştirmişlerdir. Her biri, kendi ekolünü haklı çıkarmaya çalışırken, Kur'ana aykırı olan veya daha doğrusu Kur'anda yer almayan birçok geleneksel öğretiyi dayanak olarak kullanmaktadır. Fakat bu durumu savunmak, sadece bir tarihi gelişim değil, aynı zamanda dini anlamda büyük bir sapma olarak da değerlendirilebilir.
İslam, tek bir öğretiye dayalıdır; o da Allahın gönderdiği vahiydir. Herhangi bir mezhep, tarikat veya fırka, bu vahyin özünü kendi perspektifine göre yorumlayarak, dinin özünden sapmış olabilir. İslamın gerçek yolunu arayanlar, tüm bu mezhepsel ayrımlardan sıyrılarak, yalnızca Kur'ana dayalı bir anlayış benimsemelidir.
Kur'an, insanları birleştiren, onları Allaha kulluğa çağıran ve tek bir doğru yola yönlendiren bir kitaptır. Farklı grupların ortaya çıkması, dini inançların özünden sapmalarına, bir kimlik arayışına girmelerine ve sonrasında birbirlerine düşman olmalarına sebep olmuştur. Ayette de belirtildiği gibi, "her grup kendi kitaplarıyla yetinip sevinmektedir," bu, gerçek anlamda bir dini bilginin ve vahyin bozulmasıdır. İslamın özünü anlamak ve doğru yolu bulmak için, mezheplerin ve fırkaların ötesine geçmek gerekir.
Sonuç olarak, gelenekçilik, fırkalara ayrılma ve her bir grubun kendine özel bir doğru oluşturma çabası, Kur'anın öğretileriyle çelişen bir yaklaşım sergilemektedir. İslamın evrensel mesajı, bu ayrılıklara karşıdır ve tüm insanları Allaha ve Onun vahyine çağırır. Bu nedenle, mezhepsel kimliklerden sıyrılarak, gerçek İslam anlayışına ulaşmak, ancak Kur'an ışığında mümkündür.
Gelenekçilik ve Fırkalara Ayrılma: İslam'ın Doğal Bir Sonucu Mu?
İslamın tarihsel ve doktriner gelişimi, çok sayıda mezhep, tarikat ve cemaatin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu çeşitlilik, zamanla dinin özünü ve öğretilerini farklı şekillerde yorumlayan grupların oluşmasına sebep olmuştur. Ancak, İslamın ilk yıllarındaki temel öğretileri ve Kur'an'ın sunduğu evrensel mesaj, bu farklılıkların kaynağında ne kadar yer bulmuştur? Özellikle, hadislerde geçen "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunlardan bir fırkası ehl-i necat olacaktır" ifadesi üzerine yapılan yorumlar, dini bölünmenin ve mezheplerin varlığını meşrulaştırmaya mı yönelik, yoksa doğrudan bir sapma ve yanlış yorum mu teşkil etmektedir?