Gece ağır, ayaz…
Üşüyorum…
Düş/ü/yorum en sevdiğim düşlerden…
Bi’yerin acımadı ya diyor bir ses,
Acı’dı… diyemiyorum…
Yazarken yüreği titrer mi hiç insanın, hani eli kalemi titrer de ya yüreği ?
Titrermiş, hem de nasıl titrermiş, ayazda kalmış gibi… öğrendim.
Halim kalmamış, elim tutmuyor kalemi, kalem ağır geliyor, kalem kelam etmiyor.
Bilgisayar tuşlarında fütursuzca dolaşsın diyorum yüreğim on parmak.
Bir parmak eksik dolaşıyorum harfleri klavyede.
Her hecede bir harf eksik, her kelimede bir hece eksik, her cümle biraz sensiz biraz bensiz, dokuz parmak, eksik…
Gece ağır,
Yerinden kıpırdatamadığım parmaklarım kadar ağır…
Kalem ağır, kelam ağır…
Düş/ü/yorum düş bahçelerinden,
Düş/üm ağır…
Önce "sus!" dedim,
Sus !
Sus, yazarsan yaralanır yaralarsın, konuşsan da yaralanacağın yaralayacağın gibi.
Sonra "yaz!" dedim,
Yaz !
Yaz, kelimeler olsun yüreğinin merhemi, cümleler silsin cümle yaşlarını.
Merhem sandığım kelimeler tuz olmuş cümle yaralarıma, cümleler yaralamış da, yar(a) al(a)mamış cümle...
Birkaç damla yaş olup süzülürken, elin değildi “el” di yanaklarımda gezinen.
Çağlar sandım…
Çağlarca sürer…
Çağ buzul…
Birkaç damla dondu yanaklarımda, yanaklarım buzul.
Dilek Şengel
10 Aralık 2009 / perşembe
03.15