Eleştiri Özgürlüğü ve Hoşgörü

Eleştiri özgürlüğü, kimseye hakaret, iftira hakkı vermez... Ama, eleştirilere karşı hoşgörülü olmayanlar da, toplumda çatışmalara yolaçtığı gibi, bu süreçten en büyük zararı da kendileri görür.

yazı resim

Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın basına karşı açtığı ceza ve tazminat davalarının sayısı kaça ulaştı saymakta güçlük çekiyoruz.
Nerdeyse moda haline geldi basına karşı dava açmak… Başbakan Erdoğan, belki de cumhuriyet kurulalı bari başbakanlık yapmış kişiler arasında en fazla dava açan kişi oldu. 2.5 yıllık başbakanlık sürecinde, 10’larca yıl başbakanlık yapan Demirel’i, Ecevit’i dava açmada sollaması pek hayra alamet değil gibi. Hele son olarak bir karikatür dergisine açtığı 40 milyar liralık tazminat davası Başbakan’ın başını biraz ağrıtacak gibi görünüyor. Çünkü konu uluslar arası boyuta taşındı ve başta AB ülkeleri olmak üzere tüm Batı’da büyük tepki oluşturdu. Hatta Ekim ayında başlayacak AB görüşmeleri öncesinde Türkiye’den istenen kriterler arasında bile yer aldı.
Eleştiri özgürlüğü elbette, insanlara ve kurumlara hakaret ve iftira etme hakkı tanımaz. Kimsenin özel yaşamına, kişiliğine, aile yaşamına saygısızlık yapma özgürlüğü olamaz. Ancak, topluma mâl olmuş ve kamuoyuyla sürekli iç içe olan kişiler, siyasetçiler, sanatçılar da eleştiriyi baştan kabul ederek o mevkilere, makamlara geldiklerini unutmamalıdır. Attıkları her adımı, toplumu ilgilendiren kişiler, toplumdan ve basından gelecek eleştirilere karşı da hazır olmalıdır. En çok hoşgörüyü de onların göstermesi gerekir.Her yazılana, her eleştiriye tekzip hakkını, dava hakkını kullananlar, bazılarında haklı dahi olsalar, zamanla yıpranırlar ve hak etmedikleri zamanlarda bile eleştirilerin hedefi hâline gelirler. Bu kişiler, yazılan yazıların 100 kişi tarafından okunursa, tekziplerin 200 kişi tarafından okunacağını da bilmelidirler ve o yazı gerçekten kendilerini rencide ettiyse, küçük düşürdüyse, bunun tekzip edilmesiyle daha fazla kişi tarafından öğrenileceğini ve rencide olma derecesinin artacağını göz önünde bulundurmalıdır.
Başbakan’ın basına karşı dava açma alışkanlığını birçok bakan, belediye başkanı ve diğer yöneticiler de örnek almış olacak ki, adliyeler basına karşı açılan davlardan geçilmiyor. Bu hak, bu kadar basit kullanılmamalı. Eleştiri ile hakaret ve iftira müesseselerinin bu denli birbirine karıştırılması sonucunda her ne kadar dava edilen basın mensupları zarar görseler de, dava açanlar da toplum nezdinde yıpranıyorlar ve insanların siyaset, sanat, sivil toplum örgütleri gibi kurumlara karşı güvenleri sarsılıyor.
1970’li yılların başında Nihat Erim başbakandır. Rahmetli Aşık Mahsuni Şerif, o dönemlerde uygulanan idam infazlarına karşı bir türkü okur. Başbakan Nihat Erim’i hedef alan “Erim Erim eriyesin/ Sürüm sürüm sürünesin/Denizler’de boğulasın/Yılan Çayan yesin seni” diye başlayan türkü nedeniyle Sıkıyönetim Mahkemesi kamu davası açar. Eğer dava sadece kamu davası olursa ceza miktarı düşük uygulanacaktır. Türkünün muhatabı Başbakan Nihat Erim de davacı olursa, ceza artacaktır. Sıkıyönetim Mahkemesi Başbakan’a Mahsuni’den davacı olup olmadığını sorar. Nihat Erim davacı olmadığını bildirir ve “Bir ülkenin ozanı, Başbakan’ı sevmek ve onun yaptıklarını onaylamak zorunda değildir” der. Rahmetli Erim’in bu sözünü Mahsuni yaşamı boyunca unutmaz ve “Erim erim eriyesin” diye türkü yazdığı Erim’i hep takdirle anar. “Avrupa eğitimi görmüş, kültürlü, asil insanın hâli bir başka” diye övgüyle sözeder. Nihat Erim istese, Mahsuni’nin hapis cezasının artırılmasını sağlar ve belki de yüklü bir miktar tazminat da alabilirdi. Ama o öyle yapmadı ve kendisini hiç sevmeyen bir ozan tarafından saygıyla anılır.
Şimdilerde her yazılana, çizilene dava açan siyasetçiler, sanatçılar, özel-tüzel kişiler de Nihat Erim’in bu hoşgörüsünü gösterse de, saygıyla anılsa… Ama onlar, üç-beş kuruş tazminatı yeğliyorlar. Kendileri bilir, canları sağolsun da, güzel sözlerle, saygıyla anılmak, üç-beş kuruştan veya birilerinin hapis cezası almasını sağlamaktan daha erdemli bir davranış sanıyorum.

Yorumlar

Başa Dön