Kendim olmayı denediğim zamanlarda hep aslında çok olduğumu fark edip öyle büyük bir yük hissederim ki omuzlarımda. Çoklukla mücadeleye girip kazanma gayretinde olduğum zamanlarda ise yorgunluktan eksildiğimi, kendimde ki çoklukla başa çıkmak yerine yoklukla idare etmeye çalıştığımı fark ederim. Doğrusunu bulmaya çalıştığım zamanlarda ise tek sonuç çıkar karşıma, bütünün parçalarını ayrı tutmanın mümkün olmadığı.
Kendimi bir yap-boz gibi hissederim; eksik bir parça var ama elimde ki artan parça o değil sanki. Sığmıyor boşluğa veya küçük gelip alanını dolduramıyor gibi. Tamamlandığı zaman bilinen bir tablo çıkacak ortaya mutlaka fakat o eksik parça düğümlüyor çözümü. Gözükmüyor işte hiçbir şey, netleşemiyor o yokken derdim.
Öyle bir şey olmalı ki, bende olmasa bile varolan. Öyle bir parça bulmalıyım ki çözüme atılan düğümleri kesip yok edecek ve tabloyu gözler önüne serecek. Benimle bir bütün oluşturmayı tek başınalığa rağmen isteyecek. İçimde kaybolma pahasına, içimde eriyip özünden kopma cesaretini gösterecek. Ve içimde eriyip gitse bile asla kendi olmaktan uzaklaşmamış olacak. Benim taklidim, minik bir parçam değil ; benim bütünleyenim, tanımlayanım olacak. Bende ki fazla parça ile kendi denklemini çözecek bir varolan olmalı. Birlikte olduğumuzda renkleri uyacak, anlamı aynı olacak ama yazıldığı sayfalar farklı olacak. Ayrıyken varolmayı sürdürebilecek fakat bunu istemeyecek , birlikte büyümeyi göze alabilecek. Dışardan bakanların aykırı bulmayacağı, eğreti ve gereksiz hissetmeyeceği ; ayrıntı olmaktan ziyade asıl olabilecek.
Bugün artık omuzlarımda mevcut yük ile yürümeyi becermem gerektiğini öğrendim. Eksik parçamı tamamlamış olsam dahi aslında sırtımdan indirmeye çalıştığım yükün birazını ona birazını bana derken , onda ki yükü de sırtlanma zamanı olduğunu, yolu birlikte yürümek derken bazen sırtlanıp yürümek demek olduğunu anladım. Her zaman dik durmak ve karşıda ki varolandan ne bekliyorsan bir o kadarda elindekinden ortaya koyman demek olduğunu öğrendim.
Ne kadar varsan , o kadar tamamsın yani !