kağıttan kayıklar boş bulutları alt etti
gevşeyen halatları
muhkem tut bırakma dedim yanımdaki hayalete
dehşete kapıldı
her suretten yansıyan sana ait bir melce
kapanmayan kapının geçit vermeyen tadı
sen ehl-i aşk
yaslandığım devin ayağında sektirdiği uçurum
kırbaçlarını sessizce akıtan nehir
sen incileri boynuma dizen tutkulu mürebbi
varlığı tek perdede çeviren oyuna kattı beni
huzurdan ayrılmayan kölenin uyumayan düşü bu sesler
döküldüğün her harf eridi
üzerimden elini hiç çekmeyen aşk ehli
ölümün peçesini sıyırdım
ikiye bölündü şehla bakışları
dudağından sızan şerbeti içip duruyordu zaman
kucağımda dirilttiğin en ateşli hastalıktan bulaşan derman
sen ehli aşk
ben vahalarda dürtüp durduğun yabancı
ayağıma bağlanan sen ağrılı pelesenk
aşk ehli bu aşkın asla ait olmayan öznesi
susturduğun dillerin altında muhteşem yüzün
kurbiyetinden kaçıp saklandığım bir salkım üzüm
siyahlar giyip ağırladı ışığımı yerdeyken küreleri döndüren bakışın
binlerce firdevsi bir anda fetheden sen
sen sardığın ölüyü tarumar eden kefen
uzandığı taşı cevhere çeviren eller
tırnaklarını batırdığın demirde kaldı zehrin
en sancılı sonların kökünü kurutan neşter
sen tenime değdikçe rengimi açan esmer
fırtınaları ürküten uğultulu öpücük
ey ehl-i aşk
çizdiğin resimler nasıl da sana benzer
sen attığın kemikten sıyırdığım mücevher