Edebiyat giderek gözden uzaklaşıp ufukta yitecek bir gemiye dönüştü. Bu yüzyıl için fazla " yavaş, kapsamlı, felsefi ve içten. " Edebiyat insanı anlatma işini "görsel işitsel" sanat araçlarına devretti. Yelkenlerini fora etti. Rüzgarla doldurdu. Hüzünlü bir tebessüm ile limanda onu yolcu etmeye gelmiş bir kaç kişiye şöyle bir baktı. Asaletinden en ufak ödün vermeden o çok sevdiği sonsuz mavide yol almaya başladı.
Edebiyatın böylesine güçlü bir "veda" etmesine rağmen görünen, gözlemlenen odur ki edebiyatın bıraktığı boşluk anti-edebiyat tarafından doldurulmaktadır. Hız, çapsızlık, felsefe eksikliği hatta düşmanlığı ve samimiyetsizlik günümüzde boş bırakılan neredeyse " tüm edebiyat " sahasını işgal etmiş görünmektedir.
Bu garip (!) durumun en temel nedeni yurt dışında olduğu gibi ülkemizde de "eleştirmenliğin" gözden düşmesi ve yetkin eleştirmen yetişmemesidir. Elbette burada eleştirmenliğin cazibesi olmayan bir uğraş gerektirdiğini söylemeliyiz. Ama edebiyatın gerçek ilke ve değerleriyle varolabilmesi için bu olmazsa olmaz bir şart.
Ben anti-edebiyat yerine insanların orta karar bir film izlemeyi yeğlediklerini görüyorum. Bu anlamda tüm "pazarlama çabalarını" da takdir ettiğimi ama burada ciddi bir iyi niyet ve kar artırımı arzusunun dışında bir devamlılığın olacağını düşünmüyorum. Mesela Ahmet Altan'ın kitabı bir milyon adet satmıştır ancak...elde edilen kar bir yana yaşanan mekanik ve hatta plastik durumdan eminim ne Ahmet Altan ne de Ahmet Altan'ın kitabını pazar çantasının içinde domates, patlıcan, bulaşık deterjanı ve ağda kutusu ile beraber taşıyan "okur = müşteri" memnun olmuştur.
İkinci bir neden ise hayatın akışına edebiyatın uyum sağlayamamasıdır. Yazarların ve şairlerin ataletinden, düşünce tembelliğinden kurtulamamaları edebiyat için edebi bir son hazırlamış gibi görünüyor. Her geçen gün hızlanan " hayatın" içinde debelenen milyarlarca insan için edebiyat birseçenek oluşturamadı. Şu sorulabilir: " Oluşturmak zorunda mıydı? " Bence " Evet! " Ama ustalar alıştıkları düzeni belki de bırakamadılar. Sonuç edebiyat için tam bir hezimet oldu. Milan Kundera "Yavaşlık" kitabında o kadar güzel anlatır ki bu durumu.
Bugün edebiyat adına var olan çoğu yapıtın "edebi olmadığını" düşünüyorum. Dolayısıyla edebiyatın sefaletinden rahatlıkla bahsedebiliyorum. Ortalıkta güzel "nesir ve nazımlar" dolaşıyor. Marshall McLuhan'ın Global Köy'ün deki iddiasının gerçekleşeceği günleri sabırsızlıkla bekliyorum. McLuhan lağvedilen yapıların zaman içinde biçim değiştirerek de olsa tekrar gündeme alındığını; hayatın içinde yerini aldığını söylemektedir. Umut edelim de öyle olsun ve ben Dostoyevski'nin, Faulkner'ın, Hemingway'in, Marquez'in her seferinde okumaktan müthiş bir keyif ve haz aldığım kitapları gibi kitapları Nazım'ın, Necatigil'in, Whitman'ın şiirleri gibi şiirleri okuyayım yeni insanlardan.
Edebiyatın Sefaleti
Edebiyat giderek gözden uzaklaşıp ufukta yitecek bir gemiye dönüştü. Bu yüzyıl için fazla "yavaş, kapsamlı, felsefi ve içten. " Edebiyat insanı anlatma işini "görsel işitsel" sanat araçlarına devretti. Yelkenlerini fora etti. Rüzgarla doldurdu. Hüzünlü