Ece ve Törüngey
Altay Türklerinin yaratılış destanına göre Tanrı Ülgen* evreni, dünyayı ve insan hariç tüm canlıları yaratıyor. Dünyadaki yaşam dengesini bozabileceği varsayımıyla insanı yaratmayı erteliyor. Epey bir zaman sonra, Hatasının bedelini öder diyerek insanı da yaratmaya karar veriyor.
Tanrı Ülgenin, her türlü meyvenin ve sebzenin yetiştiği çok geniş bir bahçesi var. İçindeki pınarların berraklığı göz kamaştırıyor. Kıvrıla kıvrıla akan çay da öyle. Yeşillikler içinde altından yapılan köşk, güneş gibi parlıyor. Tanrı Ülgen bu bahçeye, Uçmag Bağca-Cennet Bahçe- diyor. Bahçenin sert taşlarından kemik, balçık toprağından da et yaparak, özene bezene insan vücudu çıkarıyor ortaya.
Ruhlar, göğün dördüncü katındaki Süt Ak Gölde bulunuyor. Tanrı Ülgen, insan ruhunu kendine çekmek üzere Süt Ak Göle çıkacakken vazgeçip geriye dönüyor. Şeytan Erlikin, insanın yapısını acayip şekilde değiştirebileceği kuşkusuyla tüysüz köpeğini bekçi bırakıyor. Özenerek ortaya çıkardığı eserini emniyete almanın rahatlığıyla ruh getirmek üzere yedi kat göğün dördüncü katına gidiyor.
Tanrı Ülgen göğün dördüncü katına çıkarken hınzır şeytan Erlik gelip, tüysüz köpekle muhabbete başlıyor. Hakikaten çok güzel görünüyor. Okşayayım, deyip insan vücuduna yaklaşırken tüysüz köpek hırlayıp engel oluyor. Şeytan Erlik, farklı bir yönteme başvuruyor. İnsanı canlandırdıklarında Tanrı Ülgenden övgü ve ödül alacaklarını söyleyerek tüysüz köpeği kanına giriyor. İnsan bedenine dokunursam Cennet Bahçesi bana yasak olsun, diyerek yemin ediyor. Tüysüz köpek kanıyor hınzır şeytana. Erlik, bir kamış ayarlayıp, insan bedenine ruh üflemeye başlıyor. Soluğu yetmediğinde köpeğe üfletiyor. Kamıştan damlayan Erlikin ve tüysüz köpeğin soluk sularıyla beden pisleniyor. Birlikte onca üflemeye rağmen insanı canlandıramıyorlar. Şeytan Erlik, Alt tarafı taş ve çamur. Kibirlinin teki olacak, diyerek canlanmayan insana kızıyor. Tanrı Ülgen döndüğünde, bedenin pislendiğini görünce müthiş öfkeleniyor. Seni, Cennet Bahçesinden men ediyorum, diyerek kovuyor şeytan Erliki. Tüysüz köpeğine de, Bundan sonra tüylenecek ve tüylerini dağlarda dökecek kurt olacaksın, diyerek onu da Cennet Bahçesinden kovalıyor.
Tanrı Ülgen, insanın derisi üzerinde kuruyan pislikleri temizleme yerine deriyi sıyırıp ters yüz ediyor. Kendine çektiği ruhu üfleyerek insanı canlandırıyor.
Tanrı Ülgen, yarattığı insanı altın köşkünde barındırırken bazı bilgiler de öğretiyor. Çevreyi de tanıyarak bilgisinin genişlemesini istiyor. Dünyanın bu ilk insanı, nereden ve nasıl dünyaya geldiğini bilmeden Cennet Bahçesinde geziniyor. Pınarların billur gibi sularından içiyor. İstediği meyve ve sebzeyi yiyor. En çok da, olgunlaşmış ve dalında kurumuş incirleri yiyor. İncir ağacının altında oturuyor ve uyuyor.
Tanrı Ülgen, bu ilk insanın yalnızlık mutsuzluğunda -sendromu- olduğunu anlayınca ona bir eş yaratmaya karar veriyor. İnsanın, uyumak üzere incir ağacının altına uzandığı bir sırada onu daha derin uykuya daldırıyor. Göğüs boşluğundan kopardığı etli ve kemikli bir parçayı yine aynı yerin üzerine koyuyor. Et ve göğüs kemiği giderek büyüyor ve kadın yapısında bir insan oluyor. Uyanan insan, üzerinde uzanmış kendisine yakın benzerlikte başka bir insan görünce şaşırıyor. Hemen ayağa kalkıyor. Öbür insan da ürküp, saklanmak istiyor. Tanrı Ülgen, iki insanı yan yana getirip;
Siz, bundan sonra erkek ve dişi olarak birlikte yaşayacaksınız, diyor.
Erkeğe, Eley-Törüngey- dişiye de Ejey-Ece- adını veriyor. Ece ve Törüngeyin birbirlerinden korktuklarını anlayınca, Birbirinizi tanıdıkça korkunuz kaybolur, deyip sevgilerini zamanla kazanmalarını istiyor. Bunu sağlamak için, ilk insanın en çok yediği incir ağacına yaklaşmamalarını ve meyvesi olan inciri yemelerini yasak ederek iradelerini sınıyor. Ece ve Törüngey, bu güzel bahçede yaşarlarken şeytan Erlik tebelleş olmak istiyor bunlara. Kovulduğu için Cennet Bahçesine giremiyor. O zamanlar iki ayaklı olan yılanı gözüne kestiriyor. Cennet Bahçesindeki şu iki insanı dışarıya çıkarmama yardım edersen onların ayaklarını sana veririm. Altı ayaklı olursun, diyerek yılanı kandırıyor. Onun beden ve suretinde Uçmag Bagçaya giriyor. Ece ve Törüngeyle ahbaplık kuruyor. Onların güvenini kazanmasının ardından;
Tanrı Ülgen, sizin ölümsüzlüğünüzü istemiyor. Ondan o ağacın meyvesini yemenizi yasakladı. O güzelim incirin tazesini ve kurumuşunu yerseniz, ölümsüz olacaksınız, diyerek Ece ve Törüngeyin kafalarına fit sokuyor. İki ayaklı yılan halindeki şeytan Erlik, çabuk kanacağını anladığı Eceye, her türlü düzenbazlık yaparak kabuğunu da soyduğu taze inciri yediriyor. Ardından da içi bal gibi kuru inciri tattırıyor. Ece, bayılıyor incirlerin tadına ve lezzetine. Doyasıyla yiyor taze ve kuru incirlerden. Öylesine bir coşkuya ulaşıyor ki sevgisini Törüngeye açık seçik belli etmek için olgunlaşmış ve kurumuş incirleri eliyle yedirmek istiyor. Törüngey, iradesine hakim olmak istese de Ecenin işvesine ve cilvesine dayanamayıp incirleri iştahla yiyor. İradelerine yenilerek yasak inciri yiyen Ece ve Törüngey, yaklaşmaları da yasak olan incir ağacının altında uzanırlarken sevgilerinin coşkusuyla, bazı hayvanlarda gördükleri çiftleşmeyi kendilerinde deneyerek onun da tadını ve hazzını alıyorlar
Tanrı Ülken, bu olanlara müthiş kızıyor. Ece, Beni yılan kandırdı, deyince Tanrı Ülgen, Doğurgan olacaksın. İnsan doğururken acı çekeceksin, diyerek cezalandırıyor onu. Eceyi ele vermek istemeyip masun duran Törüngeye de; Katırdan farkın olmayacak, diyor. Beni de Erlik kandırdı, diyen yılana da, Tamamen yerlerde sürüneceksin ve insanların düşmanı olacaksın, deyip, üçünü de Uçmag Bagcasından kovuyor. Sınırda durarak olup bitenleri seyreden ve insanların Cennet Bahçesinden kovulmasına sevinen şeytan Erlike; Bundan sonra gün ve Ay ışığı göremeyeceksin. Yer altında ve karanlıklarda kalacaksın, diyerek onu da cezalandırıyor Tanrı Ülgen.
İnsan ölüleri de yer altında kalır. Onların canlarını bana ver, diyor Erlik.
Olmaz, diyor Tanrı Ülgen. Onların canlarını sana verirsem, topraktan insan yetiştirmeye kalkarsın. Ölen insanların canlarını katıma çağıracağım. Seni buralarda görmek istemiyorum artık. Karanlıklarına git.
Şeytan Erlik, insan yüzünden Cennet Bahçesi dışından da kovulmanın kızgınlığıyla karanlıklara doğru yol alırken, Ölenlerin canını bana vermedin. Canlı insanların aklını çeleyim de gör. Sana isyan ettireceğim, diyerek yokluğunda Tanrı Ülgene meydan okuyor
Tanrı Ülgen, bir süre sonra yarattığı iki insanın ne yaptığı merak ediyor. Soğuk bir günde onları, boyu neredeyse göğe değen, kalın gövdeli, bol dallı bir kayın ağacının kovuğunda büzülmüş halde buluyor. Kovukta fark ettiği uluğ ağacın filizini, Ecenin gebe olmasına yoruyor. Güzel bir otağ hediye ediyor onlara. Otağın ortasında ocak. Ocakta da ateş.
Tanrı Ülgen:
Sen Törüngey Han, otağın direği olacaksın. Sen Ece Katun-Hatun- Otağın ocağındaki ateşi eksik etmeyeceksin. Sen Törüngey Han, yeri geldiğinde otağda da, obada da, yayda da, dağda da Ece Katun olacaksın. Sen Ece Katun, yeri geldiğinde otağda da, obada da, yayda da, dağda da Törüngey Han olacaksın. Uluğ kayın ağacı gibi boy veresiniz. Toprağınızı kucaklayan kök salasınız. Yedi iklim diyarına dallanıp dokuz soy veresiniz. Kaderinizi kendiniz çizesiniz. Huzuruma, yüzünüzün akıyla gelesiniz
Daha çoğu Altay Türk ve soydaşların destanları
olmak üzere değişik kaynaklardan yararlanıldı.
Tanrı Ülgen*: Bazı destanlarda Kayra Han olarak geçer.
Not: Tarihi öykü ve roman yazarı, tarihi olaylara tarihçi gibi
bakmayabilir. Kurgulamalarla olayları farklı yönlere çekebilir.
Öyküye bu açıdan bakılmalı.
Veysel Başer