Dünyanın Bütün Nehirleri Ağlıyor

yazı resim

DÜNYANIN BÜTÜN NEHİRLERİ AĞLIYOR / YAŞAR DOĞAN-ALİ ZİYA ÇAMUR

Yüreğim çalkalanıyor sendeleyerek
Aklın girdaplarına çarpmadığım an yok havzalarımda !
Yok aklım başımda yok
Ganj’da yıkanan günahlar
Sarı nehri takmış kollarına, yeniden yeryüzüne çıkıyor!
Toplama kamplarından sabun olmamışı
Evlat edindiğim yerde
Her gün kuduz bir it gibi beni her iki yakamdan birden
Dur durak bilmeden ısırıyor!
Güneşler kucaklayan çocuklarım eritildi
Namluya sürülen mermi
Bahara duran nergisim
Ezildi ayakları altında diretilmişliğin
zulüm
kaç asırdır buralarda at koşturuyor
biz dillerimizi yuttuk
sen konuş diyorsun acılara
böyle yargılanmaz tarih
talih dediğinde ne
fataliteye kimse inanmıyor artık

yorgunuz
aylar alan sürgünler tepti ayağımızın tabanını
göz hapsine alınmış gündüz ömürlerimiz
kim bizden daha iyi ölümler başında
umutlar mayalayıp sabrında büyüttü
kapıyı kitlemeyip yatanda
el kapısını elden daha iyi biliriz
içemediğimiz su
kavuşamadığımız insanlıktır
bu seda

öyle kolay-kolay
ölecek yürek yok bizde
onu ördüğümüz inlerden
inleyerek keser
bir gün bu acının
başımıza dolanan karmaşık yolunu
bu telaşlı akış demedi hala son sözünü
İda dağlarına!

Kardeş düşman olup üstümüze gelende
Beşikte ki çocuğumuz
Acıkıp ağlayınca
Bizi ele vermesin diye
Mememizi ağzına verip
Göğsümüze basa-basa boğduk…

Sağdıçlarımız kellemizi
Kesip götürmeye gelende
İnanmadık gözlerimize
Düşmanın hin olduğunu biliyorduk ama
Bu zulüm hiçbir yerde görülmedi

Önceleri ay tutulanda
Sadece savaş değil
İnsan kanı bile dururdu
Çoluk çocuk çanak çömleğe vururdu
Tövbeler okunur
Toprağa kapanırdı eline kan bulaşmışlar

Lakin biz öyle aylara tutulduk ki
Ne ramazanı ne muharremi bildi
Ne kadri ne kadir gecesini
Düşman
Ne tövbe etti
Ne toprağa kapandı
Mağaralara sığınmış
Çaresiz,
Eli silahsız kadına çocuğa karşı
Kurdular kan kusturan makineliyi
Taradılar bir tek nefer kalmayana kadar
Oradan akan kan kapladı yüzümü
Barut koktuk
Barut koktu kara bulutlar
Ben insanlığa sığmayan acılar susturmuşum dilimde
Alevler içine atılmış hayatlardan sağ kalmışım
Her dere başında ya asılmış ya kesilmiş
Başlarımın kafatası var
Hâlâ ispat edecek kadar
Kesilmiş ellerim
Sorulmamış bir zulmün hesabını sormak için
Sürüne sürüne süzüldü oradaki yerin dibine
Süngüler
Sürgünler
Kundakladı hayatımı yedi canımdan

Diktiğim
Yapayalnızlığımın ağaçlarından
Uçtu umutlarım
Rehin alınmış hayatların dallarına
Yazdım anılarımı
Vicdana okutsam
Ağlaya-ağlaya kör olur,
Okutmasan kör kalır.
Belinde her gece akreple yatan vicdan
Akrebin rehinidir vicdan pohpohlananda.
Anlatsam kendini ısırır
Yaşama kör gözle sarılan,
Uyunmaz uykular tutar yürek migrenlerini.
Kusa-kusa büyür güherçile,
Kum deler kursağı,
Apandisti büyür insanlığın.
Utanmadan
Gezebileceğimiz,
Başımızı koyup saklanabileceğimiz
Bir delik bile kalmaz.
Torundan sorulur mu günah
Sorulur elbet
Devam ederse inkâr
Hayaletler de çıkar
Toplu mezarlardan
Cin bile çarpar adamı.
Atan haksız eli yakalar
Kıskıvrak,
Bırakmaz peşini.
Yanar da kül olmaz
Adalet yerini bulana kadar…

Salkım üzümler gibi
Kapkaradır içim.
Bu yüzden köpüre köpüre akarım.
Doğduğum yerden
Doğduğum yerde
Doğuda
Kalmış
Soramadığım zulmün hesabı.

Beni satmaya
Satmayı öğreten
Satan
Kendini de sattı
Saltanat için
Kökünden kessek kuyruğunu
Bir daha uzar mı boynuzu.

Sadece yaşamak için
Geldiler ya,
Kim olursa olsun
Bağrıma bastım.

Gülüyle, dikeniyle
Yarası, belasıyla
Bastım bağrıma.
Hayatım ben
Hınzır savaşları değil
Yaşamları kucakladım.

Suladım, suvardım
Hayata duranı
Onurun nektarıyla.
Etimi
Lime lime
Koparıp götürdüler,
Tırnaklarımı söktüler
Kışlasında
Güz acıların.

Göğsümün
Bombalanmadığı,
Kucak açacak
Bir tek
Kucağı bile yok.

Kucaksız kayaların altında kalmış pınarım.

Bir düşman gitti,
Bir düşman geldi,
Ana-baba gibiydi ortak düşman.
İçimdeki düşmanı saldılar üstüme,
Dinamitlediler evrenselliğimi.

Patlayan acılarımı kucakladı
Yıldızların mendireği.
Evrenin titreyen yüreğini
Kucakladım,
İki gün daha ertelemek için kıyameti…

Terörün beş yüzüne karşı
Gerdim bir tanecik yüreğimi
Kulpunu kaldırdığım günlerden
Ortaya çıkardım maskeli sıfatını

Tükürdük yüzüne
Bal diye yaladılar
Kibrit çaktık köküne
O kadar ıslaktılar ki
Tutuşmadılar

Kuru iftiraların kurbanları
Sürdü atlarını meydana
Kurdun çenesine geçirilmiş
Çengel ile
Arkadan vurdular onları

Ay yeniden tutuldu…

Kuyruk iki kat daha uzandı
Ezberlenmiş yalanın yılan kuyruğundan
Vurarak
Bir hakikati,
Bir anda yok etme çabaları
Attı üstümüze
Hardal Gazlarını,
Yine toplu öldük
Dünyanın gözleri önünde.
Düpedüz yalandır balam
İkinci dünya harbinde
Sadece Yahudilerin öldüğü...
Yahudilerden önce
Evrensel düşünenler üstünde
Denediler en adi fikirlerini
Yahudilerin hâlâ bu oyunu
İğrence oynaması adidir.

Kalk
Bana
Ayağa kalkan
Yahudileri göster
Bize hardal gazı yutturulanda.

Ben sadece Rachel Corrie’yi hatırlıyorum
Filistinlilerin başına
Evlerini yıkmaya gelen dozerlerin karşısında
Ölümüne kadar
Gık çıkarmadan
Bir tek kıpırdamayan…

Şeria:

Çöküşünü görmüştür Lût,
yerin dibine batan Sodom ve Gomore’nin.
Dünyanın bu en alçak gölü
Öyle alçaklıklara tanık oldu ki,
Krater gibi ağzı açık kaldı.

Çağ,
bencilliğin buzlu sularında
soğuk soğuk
sokulurken insana
Küstah ve gözü kara
kasa düşkünü kasaplar
pervasız,
sorumsuz,
utanmaksızın
dambıldudak duraksız bombaları,
sakız ağızlı arsız askerleriyle
yaşam yorgunu ettiler
satılmış coğrafyanın
itilmiş insanlarını.

Tel Zaatar acısı
yüklü sırtında
gün oldu
Sabra - Şatila’dan kopan fırtına
kavurdu yeniden Filistin’imi
kasap yeni baştan döktü
kaynar kazanlardan
sırtlan kinini!

Hortladı Nazi, Gazze’de, alkışlandı kippalar
kara gömleğin bıçağından kaçanlar
bin bir rahmet okuttular Hitler’e .
Sustu dünya,
Aramco patentli petrol ağaları
kıstı pabuçluk dillerini.

Dondu yakalarımda yüz bin kere umutlar.
Bağlarımda kavruldu çatalkara, yandı kara zeytinler.
Ata toprağında mülteci kalanlar,
intifadalarla sınanmış inanç kalesini
ateşe karşı taşla savundular!

Öldüler,
hayır
ölmediler, patlattılar kendilerini.
Yandılar….
yakıldılar…
yenilmediler.
Her ölüşlerinde yeniden dirildiler!

Ne tanklar söndürebildi
inanç ve umut ateşini,
ne beton duvarlar durdurabildi akışımı.
Ve bu ateş,
Çölün derinliklerinde yeniden üflenmek üzere
Çıkarıldı gecenin küllerinden !

Şeria turnası:

Dinle beni Şeria!
Sana yeni panoramalar getirdim.
Seyretmek ister misin buğulanıp kanatlarıma!

Şeria:

Hoş geldin sefalar getirdin.
Yediğin içtiğin senin olsun.
Bana gördüklerini anlat!

Şeria turnası:

Zirvede Güneş... Güneşin yakıcılığı kumla iki kat... Kum tepecikleri arasında, bir tepenin gölgeciğine sığınmış bir deve, bir adam, bir kadın, iki çocuk.... Arkaları zulüm bulutu, önleri umutsuzluk. Dördünün de dudaklarında gizli bir çığlık:

“Ramallah’ta beynim kitli hücrede
El Halil’de yüreğim dikenli gece
Öfkem yumruk yumruk Beytüllahimce
Kavganın yazacağız en son cildini”

Adam sardığı son sigarayı söndürdü, tabakasını dürdü, deveyi çöktürdü. Emanetleri bindirdi devenin hamutuna. Emanet önemli, emanet değerli, emanet büyük... Devenin hamutunda Cenin Kampı’ndaki kıyımdan kaçırılmış iki körpe fidan. Umut... Kıyımlardan, kıranlardan birer, ikişer çöllerin zulalarına saklanan bu körpe fidanlarla geleceğin Filistin halk ormanını yeniden türetmek, Filistin göklerinin baş eğmez kartallarını yeniden çoğaltmak.

Sarı gökte: bir alıcı akbabalar, bir İsrail devriye uçakları... Vuracak, yutacak canlılar ararlar. Kadın zayıf, kadın dermansız, kanadı kırık... Üç beşikte beleyip büyüttüğü üç fidanını tutsak vatanı için kurban vermiş İsrail mermilerine. Şimdi görev başka, tutku başka, aşk başka... Bu fidanları ulaştırıp çöl tepeciklerinin kıvrımları arasındaki bir zulaya; beslemek, büyütmek, Filistin devrimine yeni kartallar yetiştirmek... Görev kutsal, görev önemli, görev büyük...

Deve, bir tepecik yükselip bir tepecik alçalırken, hamuttaki heybenin iki gözünde iki körpe fidan… Korkmuş, ürkmüş, çaresiz, günlerdir aç, susuzlar... Ama sus puslar. Ne bir ah, ne de bir vah var dillerinde. Yazgılarının ağırlığı var minik alınlarında.

Günlerdir sarı gök ve boz kum arasındaki sonsuzlukta süren susuz yolculuk, üç-beş hurma yeşertisi ve akan su şırıltısının serinlik kattığı menzilde bitti. Sabır mesafeyi eritti, emanetler yerini buldu. Yıllardır ağıtların susturduğu dudaklarda, yaş yuvalarının kuruduğu gözlerde ufak bir gülümseme ...

Filistin hâlâ ayakta!..

Dilin ham suyu,
kanadın özlem uçuşu
tutuş gayri.
Git,
duyur acımı yeryüzüne

Sarmakla bitmiyor yara,
kan tutmuyor kana susamışı.
Şahlanan alnım ki,
onur ister,
yüzümüze tükürülmemiş tükürük,
gururumuza dokunmamış küfür kaldı mı!

Şeria:

Turnam,
Bana yeni şarkılar söyle
Yeni düğünlere davet et beni.

Kaldır
üstüme atılmış kayalarını faşizmin
Bu galü-bela,
Bu musandıra karanlığını
Kin tutmamış sevdalarda
Büyüsün kan tutan çocuklarımız
Acıların piramidi
Firavun dünya
Yakmış avuçlarımızın çakrasını

Kucak istiyoruz
Kursak da kalmamış insanlıktan
Siyonizm karabulutu
Çökmüş
Nagazaki bulutları gibi üstümüze

Kırdığımız cevizlerden kurt çıkıyor,
Kopardığımız armuttan
Tumansız şeytanlar.

Haydi uç Turnam ağzında oruç
Kardeşlik destanın yazıldığı
Kara taşı bana getir Arafat'tan.

Gasp,
Talan,
İşsizlik tufanı,
Sarmış bağrından yanan dünyayı.
Acılar kardeştir,
Paylaştığımız kuru ekmek,
Her gün talandan kopardığımız,
Bir dilim ekmektir.
Dünyada
Bu gün
Ellerini kaldırıp teslim olmak;
Direnmeden
Küresel kuşatmada
Vatansız ve adsız ölmektir

Elif Mim Lam Turnam
Git
Bunak sularda
Beyhude
Çırpınan çabalara
Akıl ver

Bu toprakları
Özüne çeviren
Tözü getir
Gökyüzüne kalkmış tozlardan

Kurşun ısırmışım
Yaram yarınsız kapanmaz asla
Kucaklıyorum işte
Acıların Diclesini.

Ali ziya Çamur – Yaşar Doğan (Lolan)

Yorumlar

Başa Dön