Dövüş sporları, modern toplumlarda fiziksel güç, cesaret ve disiplin sembolü olarak kabul edilen bir faaliyet alanıdır. Ancak bu sporların İslam ahlakına ve değerlerine uygunluğu, üzerinde derinlemesine düşünülmesi gereken bir konudur. Özellikle Müslüman bireylerin bu tür faaliyetlere katılımını değerlendirirken, hem Kuran-ı Kerimin ahlaki ilkeleri hem de İslam medeniyetinin barış ve bilgelik temelli yaklaşımı dikkate alınmalıdır. Dövüş sporlarının doğasında, insanın bedenine zarar verme riski vardır. Ölüm, sakatlık ve kalıcı sağlık problemleri gibi sonuçlar, bu sporların tehlikelerini ortaya koymaktadır. İslam, insana ve onun yaratılışına büyük bir değer verir:
> Kim bir insanı öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur; kim bir insanı yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur. (Maide, 32)
Bu ayet, insan hayatının kutsallığını açıkça ortaya koyar. Dövüş sporlarının bu ilkeye ne ölçüde uygun olduğu tartışmalıdır. Müslüman birey, bedenine emanet gözüyle bakar ve onu bilinçli bir şekilde korur. Dolayısıyla, sakatlık ve ölüm riski barındıran faaliyetler, bu anlayışa ters düşmektedir. Dövüş sporları, genellikle Batı dünyasının popüler kültürü ve ekonomik çıkarları çerçevesinde şekillenmiştir. Medya, bu sporları birer eğlence ve güç gösterisi olarak sunarken, Müslüman toplumlarda da bu anlayışa kapılan bir kesim oluşmuştur. Ancak bu, Müslümanların kendilerine yabancı bir kültürün değerlerini benimsemeleri anlamına gelir. İslam medeniyetinin temelinde ilim, hikmet ve adalet yatar. Müslüman, bilgi ve irfanla donanarak mücadele eder; bu mücadele, yalnızca bir savunma veya caydırıcılık amacı güder:
> Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın... (Enfal, 60)
Bu ayet, askeri ve teknik üstünlüğün önemine vurgu yapar; ancak bu üstünlük, yalnızca savunma ve caydırıcılık için kullanılmalıdır. Barbarca dövüşmek veya şiddeti yüceltmek, İslamın barış ve merhamet ilkeleriyle bağdaşmaz. Dövüş sporlarına gösterilen gereksiz ilgi, İslam dünyasının gerçek sorunlarını göz ardı etmesine yol açabilir. Batı dünyası, stratejik düşünce kuruluşları (think-tank) aracılığıyla geleceği planlarken, İslam dünyasında bu alandaki eksiklikler dikkat çekmektedir. Bugün ABD'de 7 binin üzerinde düşünce kuruluşu bulunurken, İslam dünyasında bu sayının son derece sınırlı olması, entelektüel ve stratejik geriliği göstermektedir. Müslümanların kendi medeniyet değerlerine sadık kalarak, bilgiye dayalı bir mücadele geliştirmesi elzemdir. Bu bağlamda, genç nesillere dövüş sporları yerine bilim, teknoloji ve ahlaki eğitim alanlarında rehberlik edilmelidir. Müslümanların, Batı dünyasının stratejik üstünlüğünü sorgulamadan benimsemeleri, hem kimliklerini zayıflatır hem de İslam medeniyetinin temel ilkelerine zarar verir. Dövüş sporlarının İslam ahlakıyla uyumluluğu sorgulanmalıdır. Müslüman bireylerin, fiziksel güç gösterisinden ziyade, akıl, ilim ve irfanla öne çıkması gerekmektedir. Ayrıca, Batı medeniyetinin stratejik üstünlüğüne karşı, İslam dünyasında yeni düşünce kuruluşlarının ve bilimsel çalışmaların teşvik edilmesi gereklidir. Bu hedefler doğrultusunda;
- Müslüman toplumlarda entelektüel düşünceyi ve stratejik planlamayı destekleyecek eğitim reformları yapılmalıdır.
- Gençlere, fiziksel dayanıklılık ve disiplinin yanı sıra, ahlaki değerler ve bilimsel bilgi ile donanmanın önemi öğretilmelidir.
- İslam dünyasında, ilim ve irfan temelli bir medeniyet anlayışını tekrar inşa etmek için ortak bir vizyon geliştirilmelidir.
İslam, mücadeleyi yalnızca fiziksel güçle değil, bilgi, ahlak ve bilgelikle yürütmeyi emreder. Dövüş sporlarının bu anlayışa ne ölçüde hizmet ettiği, Müslümanların bireysel ve toplumsal sorumluluklarının bir yansımasıdır. Bu nedenle, dövüş sporlarına yönelik ilgiyi sorgulamak, aynı zamanda Müslüman kimliğini ve medeniyetini yeniden tanımlamanın bir adımıdır.