Sevgilim;
Kalbimi kesip dikecekler, biliyorum. İyileştiğimi sanacaklar, hayatın evinde oturmayan kimselerin önceleyin öldüğünü, ''yine'' bilmeyecekler...
Susma böyle, di'li geçmemiş diyalogların yaralarından geldim sana, kendim hariç gittiğim herkesten. Ateşe dokundum, ellerim buz kesti. Sırlarını içime döken bir aynanın çığlığı kulaklarımda hâlâ. Suskunluğum yankısız sanrı. Saçlarımı ağartan gölgelerin sağırlığı da bundan!
Usumda kopan fırtınanın getirdiği yağmuru, ağacı çürük yaprakların yazgısına benzer yalnızlığıma bıraksın teninde insan ısırığı kalmış bir çocuk. Gövdem diyorum, çiçeklenir belki.
Niye tavana bakıyorsun derdin ne zaman sevişsek. Her öpüşünde ölü bir kadın dirilirdi, göğe yükselir gibi.
Diriliş'imdi baktığım, tavandan sarkan cenin biraz çokça da çıplak...
Son yok biliyorsun değil mi, sonrasızlık var, noktasızlığın sonrasında. Biz de yok'uz, iz var, anısız ânlarda...
Duvarın ardını görebiliyorum, buradan. Orada aşktan başka her şey oluyor, duyumsuyorum, hiçliği. Küretajı çoğul, sevgisiz ve örgütlü işlenmiş cinayetleri.
Sözcüklerimi bağışlıyorum yeryüzünün yokluk ağrısına! Okunmayacak bi' dua daha şehâdetsiz karanlığımdan; Tanrı'm kısırlığa şifâ!
Sevgilim;
Zaman dışı, dışkapı ıssızlığında,
gök/yüzünden sarkıyorum.
Sadece kuşların, bulutların anladığı dudak okumalarımda
teri soğumamış adının hecesi.
-Tanrı'm; işaret parmağını indirebilirsin.
-Bitti mi Efsun?
-Gecem, bitti.