Dinin Temel Öğretileri ve Geleneksel İman Anlayışındaki Sapmalar

İslamın temel inançlarına ve öğretilerine göre, Allahın birliği ve yalnızca Ona ibadet edilmesi gereklidir. Bu öğreti, hem Kuran-ı Kerimde hem de peygamberlerin hayatlarında net bir şekilde vurgulanmıştır. Ancak tarih boyunca, farklı dini grupların, dinin özünden saparak kendi uydurdukları inançlar etrafında oluşmuş gelenekler, zamanla Allahın emirlerine ve peygamberlerin öğretilerine aykırı bir şekil almıştır. Bu yazı, gelenekçi inanç anlayışının İslamın özünden nasıl sapmalar gösterdiğine, bu sapmaların Kurandaki uyarılarla nasıl çeliştiğine ve bu çelişkilerin günümüzdeki yansımalarına odaklanacaktır.

yazı resimYZ

İslamın temel inançlarına ve öğretilerine göre, Allahın birliği ve yalnızca Ona ibadet edilmesi gereklidir. Bu öğreti, hem Kuran-ı Kerimde hem de peygamberlerin hayatlarında net bir şekilde vurgulanmıştır. Ancak tarih boyunca, farklı dini grupların, dinin özünden saparak kendi uydurdukları inançlar etrafında oluşmuş gelenekler, zamanla Allahın emirlerine ve peygamberlerin öğretilerine aykırı bir şekil almıştır. Bu yazı, gelenekçi inanç anlayışının İslamın özünden nasıl sapmalar gösterdiğine, bu sapmaların Kurandaki uyarılarla nasıl çeliştiğine ve bu çelişkilerin günümüzdeki yansımalarına odaklanacaktır.
Kuran, insanları sadece Allaha ibadet etmeye çağırır ve başka hiçbir varlığın Ona denk olmadığını belirtir. Tevbe Suresi 31. Ayet, Allahtan başka ilah kabul edenlerin, gerçek anlamda Allaha kulluk etmeyenlerin yolunu gösterir: "Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i de.. Oysa onlar, tek olan bir ilah'a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir." Bu ayet, özellikle Hristiyanların, İsayı tanrılaştırmalarını eleştirirken, aynı zamanda diğer dinlerin de benzer şekilde Allahtan başka varlıklara ilah statüsü vermelerinin doğru olmadığını vurgular. Ancak gelenekçi anlayışta, dini figürler arasında farklar yapılmaksızın, her iki grup da benzer sapmalara yönelmişlerdir.
Geleneksel dini anlayışlar, dini liderleri ve din bilginlerini adeta Allahın yerine koymuş, onların her sözünü ve hareketini kutsal kabul etmiştir. Bu anlayış, Hristiyanlıktaki papalık sistemine benzer bir şekilde, İslam dünyasında da bazı gruplar tarafından benimsenmiştir. Örneğin, bazı mezhep imamları ve şeyhler, kendilerini masum ve hatasız olarak tanıtarak, herhangi bir eleştiriye ve sorgulamaya karşı mutlak bir itaat beklerler. Bu, İslamın özünden sapmış bir inanç biçimidir. Zira İslamda en yüksek otorite Allah ve Onun vahyidir. Nebi Muhammede bile günahlarının bağışlanması için dua etmesi emredilmişken (Ahzab 56), hiçbir insan, ne resul ne de alim, hata yapmaz veya günah işlemez diyemez.
İslam dünyasında mezheplerin ortaya çıkması, farklı dini düşüncelerin ve uygulamaların zamanla sistematize edilmesi sonucudur. Ancak bu mezheplerin kurucuları, kendi anlayışlarına göre haram ve helalleri belirlemişlerdir. Bu durum, Kuranın ve sünnetin dışında başka kaynaklardan hüküm çıkarılmasının yolunu açmıştır. Oysa Kuran, yalnızca Allahın indirdiği kitapla hükmetmeyi emreder: "Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir" (Maide 44). Buradaki temel mesaj, insanların Allahın indirdiği vahye dayanmadan kendi çıkarlarına göre dini hükümler koymalarının doğru olmadığıdır. Aynı şekilde, hadislerle belirlenen bir takım kurallar da, zamanla bazı gruplar tarafından mutlak doğru olarak kabul edilmiştir. Ancak İslamda tek kaynak Kurandır ve her türlü ilahiyat, sadece Allahın kelamına dayanmalıdır. Bu noktada gelenekçiler, mezheplerin öne çıkan yönlerini savunarak, her mezhebin mutlak doğruluğunu iddia etmekte ve bu anlayışla çoğu zaman diğer mezhepleri veya inançları reddetmektedirler.
Kuran, insanları Allahın emirlerine teslim olmaya çağırırken, aynı zamanda insana özgür irade tanır. Ancak bu özgürlük, yalnızca Allaha ibadet etmeyi ve Onun yolunda yürümeyi gerektirir. Kuranın birçok ayeti, dinin esaslarının açıkça belirtildiği ve insanları doğru yola yönlendirdiği hususunda uyarılarda bulunur. Maide Suresinde, Allahın hükümleri dışında bir şeyle hükmetmek ve Allahın hükmüne karşı gelmek, zulüm ve fısk olarak değerlendirilir: "Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir" (Maide 45).
Kuranda, Allahın iradesinin mutlak olduğu ve hiçbir insanın bu iradeye karşı gelmeye yetkili olmadığı vurgulanmıştır. "Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz." (Kehf 26) Bu ayet, dini anlayışlarda insan iradesinin ne kadar sınırlı olduğunu ve yalnızca Allahın hükmünün geçerli olduğunu açıkça belirtir.
Kuranın öğretilerine göre, Allaha ibadet etmek, yalnızca Ona itaat etmek ve Onun hükümleriyle yaşamak, tüm müminlerin sorumluluğudur. Ancak tarihsel süreçte, insanlar dini liderleri ve mezhepleri tanrılaştırarak Allahın yerini almışlardır. Bu sapmalar, dini anlayışları yozlaştırmış ve İslamın özünden uzaklaşılmasına yol açmıştır. Kuran, bu sapmalara karşı uyarılarda bulunmuş ve tek doğru yol olarak Allahın vahyine dayanan bir inanç sistemini savunmuştur. İnsanların, herhangi bir dini figür veya mezhep tarafından belirlenen mutlak doğrulara itaat etmek yerine, yalnızca Allaha ve Onun kitabına dayanarak doğruyu bulmaları gerektiği, İslamın temel prensibidir. Bu nedenle, dini liderlerin hatasız olduğu ve insanlara mutlak itaatin zorunlu olduğu anlayışları, İslamın özünden sapmalar olarak değerlendirilmeli ve ıslah edilmelidir.

Yorumlar

Başa Dön