Öğretmenin verdiği kompozisyon ödevi için gelecekte kurmak istediği yuvayı düşünüyordu. Dışarıda ki kasvetli hava onun içine düştüğü karanlık dehlize iyice derinlik katıyordu. Küçük Zehra babasının annesine karşı olan yamalı ve iki yüzlü üslubu , abisinin yaratılmış bütün kadınlara bakınca ortaya çıkan sempatik suratının içindeki zebani siması Zehranın nasıl bir yuva istediğini hayal etmesini kolaylaştırıyordu. Çevresinde ki azap Zehrayı içinden çıkılmaz bir duruma sokuyor ve kaçıp gitmek isteğini bir çivi gibi beynine çakıyordu.
Küçük Zehra okumaya başladığı andan itibaren kalbinde akan irinlerin acısını azaltmak için şiirlere sığınmıştı. Şiirler adeta onun acılarını hafifleten bir merhemdi.
Öteki gün Zehra için hiçte iyi başlamamıştı. Sabah babasının dehşet dolu bağırışlarıyla uyandı. Annesinin kahvaltıyı geç hazırlaması sebebiyle başlayan tartışma alınan ve verilen cevaplarla beraber bir ağır sıklet şampiyonasına dönüşmüştü. Karşı odanın kapısından bakan Zehranın abisi olanları sadece izlemekle yetiniyor babasının annesini döverken kullandığı teknikleri hayranlıkla öğrenmeye çalışıyordu.
Zehra bu huzursuz ortama daha fazla şahit olmamak için aç karnını bile doyurmadan okula gitti. Okul onun için şiirden sonra iki numaralı sığınaktı.
Derken son ders yani kompozisyon dersi geldi çattı. Herkes sırayla gelecekte kurmak istediği yuvayla alakalı yazdıklarını okumaya başladı. Sınıf ortamını umutların sessizliği ve hayallerin toz pembeliği kaplamıştı. O sırada orta grupta oturan Ayşe, kompozisyonunda annesi ameliyat edilince babasının bütün gece hiç uyumadan Kur an okuyup dua ettiği bölümü okuyunca Zehra kendi karanlığında boğulmaya yemin etti. Çünkü onun için ümit tamamen yok olmuş, sevgi duygusu bin bir surete bürünmüş, kaçış için yol görünmüştü. Zaten bir çivi gibi beynine çakılan bu fikir o anda tam bir netlik kazanmıştı.
Okuma sırası Zehraya geldiğinde o, ödevini yaptığı halde yapmadığını söyledi. Aslında Ayşenin kompozisyonundan sonra gelecekle ilgili bütün hayallerini yıkan Zehra için bu gayet mantıklıydı.
Okumalar bittikten sonra ödevini yapmadığı için azar işiten Zehra, ürkek duygularla fakat kararlı adımlarla yavaş yavaş montunu giyip okuldan dışarı çıktı. Okul başlarken çok severek aldığı pembe çantasını, kirleriyle halaya tutuşmuş bir çöp konteynırına attıktan sonra ellerini siyah montunun cebine koyup, şeytanların bile acıyıp ağlamaktan mendil tükettikleri keder dolu hayatının ikinci kısmına ilk adımını attı. Ve giderken dilinde şu mısralar dökülüyordu;
Bu sehirden gidiyorum
Gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi
Gururu yıkılmış soyatlar gibi
Bu şehirden gidiyorum.
İnsanlar taş gibi bana yabancı
Ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarda
Bir tanbur bir yalnızlığı anlatıyorsa
O ışıksız pencereden
Ben onu duymuyor gibiyim
Bir ağaç ölüyorsa kapınızın önünde
Ben onu bile duymuyor gibiyim.
Bu şehirden gidiyorum
Gömerek geceyi içime
Sabahın hüznünü beklemeden
Gidiyorum bu şehirden.
(Erdem Beyazıt)
SENANUR BUDAK