Boşluk: Bir 'İnsan' Eleştirisi

‘Boşluk’ herkesin içinde öylece durduğu sürece ‘anlama’ sorunsalının ve sırasız ‘yargı’ların ne gibi bir önemi olabilir ki... Aşağıdaki metni anlamaktan aciz bir okurun boşluğu ile boşluğuna ürettiği çareler ve sorduğu sorular arasında ‘öfke’den başka nasıl bir bağ olabilir ki...

yazı resimYZ

Bu boşluk… Bu yalnızlık… Kimsenin anlayabileceği bir şey değil. İlk aşkım, beni ilk seven, şu an sevdiğim, kızım… Kimse anlayamaz… Gerçekten de kimse anlayamaz mı?
Boşluk diye bir şeyin olmadığı çoktan ispat edildi… Her taraf madde, enerji, ruh, atom; bunu biliyoruz… Ama ya içimizdeki tarif edilemez ve onarılamaz bu garip yaratık ne?
An geliyor; bir ‘şey’, bir ‘madde’ alıp geçici pansumanlar yapmıyor muyuz o yaratığımsı boşluğumuza?
Bazen de kendimizce ‘aşk’ alıyoruz bu sonsuz kere sonlu dünyadan… Ama o boşluk zamanla aşkımızı hatta kendimizi bile yutmuyor mu?
Biliyorum birçok okuyan kendince itiraz edecek. İdealistler - ruhçular - senin ‘boşluk’ dediğin ‘ruh’tur diyecek. Materyalistler ise ‘tin’in maddeden sonra geldiğinden falan bahsedecekler. Hele idealizmin sonunun Tanrı olduğundan bile haberi olmayan yani o boşluğun minimum olduğu insanlarsa; malum boşluğu doldurmanın ‘Tanrı’yla mümkün olabileceğinden bahsedecekler, en azından içinden geçirecekler ya da en kötü yazıyı öyle anlayacaklar. Varsın olsun… ‘Boşluk’ herkesin içinde öylece durduğu sürece bu ‘anlama’ sorunsalının ve sırasız ‘yargı’ların ne gibi bir önemi olabilir ki… Okuyan bu boşluk meselesinde kendini kandırmakta, yazan ise çözüm üretmemekte sonsuza kadar özgürdür… Önemli olan bu özgürlüğü sağlayan en önemli şeyin o ‘boşluk’ olduğunun farkında olmaktır…
Varoluşçuların yaptığı gibi yapıp bu ‘boşluk’ dediğimiz şeyi fark etmenin, onun nasıl oluştuğunu anlamanın önemini sıfırladığını düşünürsek; geriye ne kalır? O boşluğun nasıl oluştuğunu sorgulamadan nasıl insan olunur ki, nasıl yaşanır ki? Derdimiz; boşluğa kendimizce çareler bularak, yapay ve geçici bir biçimde onu kapatmak yani her şeyi ertelemek mi olmalıdır yoksa insan olmanın, medeniyetin ilk ve vazgeçilmez şartı olan ‘sonsuz sorgulamadan’ asla vazgeçmemeliyiz?

Bu boşluk, bu yalnızlık, bu hayat…

Yukarıdaki metni anlamaktan aciz bir okurun boşluğu ile boşluğuna ürettiği çareler ve sorduğu sorular arasında ‘öfke’den başka nasıl bir bağ olabilir ki?
Anlayacağımız: Öfke, kin, nefret, savaş; çaresizliğin ve vazgeçilen anlam arayışının yadsınamaz sonucudur…

Not: Bu yazı bir ‘sözde insan’ eleştirisidir…

Başa Dön