Kalbinizin kuruduğunu hissettiğiniz anlar vardır. Eskiden daha çok yaptığınız herşeydeki "çok" azalmıştır. Çok sevemez, çok üzülemez, çok kızamaz, çok ağlayamazsınız. Bunun büyümek olduğunu düşünmüştüm hep. Büyümek, olgunlaşmak, kabullenmek. Oysa ki sadece yitirmekmiş.
Yitirdiklerimizin ağırlığından ezilerek ilerlediğimizde ya da ilerlediğimizi düşündüğümüzde, bir bakmışız içimiz ezilmiş. Ağırlığı fazla gelmiş. Çok üzülmemek için çok sevmekten vazgeçmişiz. Sevmeyi yitirmişiz.
Kaygı, insanın kendi içindeki en büyük acısıdır. Kaygı büyüdükçe acı büyür. Bugün bakıyorum, en kayıtsız olduğum konularda bile kayıtsızlığımın yanlış anlaşılması kaygısı var. Çok kayıtsız bile kalamıyorum.
Bunu aniden farketmiş olmam da ayrı bir konu. Birgün bir baktım gerçekten yok olmuş "çok"lar. Ama ben onları seviyordum dedim. Coşkunluğumu seviyordum. Ne zaman saçma sapan bir hale geldim. Nasıl olduğunu az -çok anlıyorum da, ne arada olduğunu hala anlayamıyorum. Bir anda gitmiş olması olanaksız. Ama giderken hiç farketmemişim.
Geriye dönemeyişini anlayışım ise daha büyük bir yıkımdı. İnsan için "eskisi gibi olmak" geçerli bir kavram mıdır bilemiyorum. Ama ben olamadım. Eskisi gibi üzülmedim, sevmedim, ağlamadım, yemek bile yemedim. Hiç eskisi gibi değildi hiçbirşey. Olsun istedim olmadı. Çabaladım, değiştirmeye çalıştım, olmadı. Vazgeçtim. Vazgeçişimden memnun olmadım. Hala uğraşıyorum zaman zaman. Ama hiç "çok" uğraşmadım...